31 Aralık 2009 Perşembe
BÜLENT TEKİN - DOMUZ GRİBİ
Domuz gribinin salgın olduğu bir yıldayız. Bu hastalıktan korunmak için uygulanan aşı ya da sonrasında tedavi yönteminin çokça konuşulduğu bir dönemi yaşıyoruz. İlaç ve tedaviye yani hekimliğe çokça gereksinim duyduğumuz günlerin içindeyiz. Hekimlik, Fırat ve Dicle arasındaki bu topraklarda, MÖ 3000’li yıllarda (Sümer’de) görev başındaydı. Kitabı Mukaddes’te adı geçen Keldanilerin Ur’unda MÖ 2700 yıllarında Lulu adlı bir hekim görev yapmaktaydı. O dönemden kalan tabletlerden, daha başka isimsiz hekimlerin yaşadığını anlıyoruz. Bugün de bazı isimsiz/isimli hekimler kuş gribi, domuz gribi, normal grip hakkında ahkâm kesmekte ama ölümlere engel olamamaktadırlar. Bazı tekelci ilaç firmalarının reklâmtörü (reklâmcısı) olan kimi hekimler silah tüccarlarının ölümden kazançlarını anımsatan ilaç kazanımlarının peşindeler. (Reklâmtör sözcüğünü ben buldum.) Uygarlığın tanımının böyle olmadığını düşünüyorum.
Bu kadim bölgede (Mezopotamya’da) günümüz meslektaşları gibi Sümerli hekimlerin de ilaçlarının ana maddesinin kaynakları bitkisel, hayvansal ve madenseldi(r). Madensel (tuz, güherçile gibi), hayvansal (süt, yılan derisi, kaplumbağa kabuğu gibi) ve bitkisel (kekik, armut, incir, hurma gibi) karışımlar-tıpkı bugün gibi-toz ve katı halde hazırlanırdı. İsimli ya da isimsiz hekimimiz merhem ve süzülmüş sıvıları vücudun üzerine sürerdi. Bu hekim, içmek için de sıvı ilaçlar öneriyordu.
Bu isimli/isimsiz hekim(ler)in yazdıkları notlarda sihirli sözlere veya büyüye rastlanmamasına karşın kadim tıp ilmini büyü ve cinlerden soyutlamak olanaksızdır. Çünkü Sümer’de ve dünyanın başka yerlerinde hastalıkların nedeni olarak kötü cinler bilinirdi. Bu nedenle Mezopotamya’da büyü ve cin çıkarma ayinlerinin yapılma nedeni, insanı kötülüklerden ve hastalıklardan koruma olarak düşünülebilir. Aslında din ile büyüyü birbirinden ayırmak oldukça güçtür. Dinler tarihi incelendiğinde, iyi ve kötü’nün (zaman zaman cin ve tanrıların) birer güç olarak kişiye iyilik (sağlık, moral) ya da kötülük (hastalık, zihin karışıklığı) getirdiği kabul edilmiştir. Zerdüşt, Yahudi, Hıristiyan metinlerinde iyiler ve kötülerden (şeytani güçler de dâhil) ve onların öykülerinden bahsedilmiştir. Günümüzde Diyarbakır’da dahi (kırsalda) birçok hastalık doğaüstü nedenlerle büyüsel ve dinsel nedenlere dayanılarak açıklanabilmektedir. Ay basması, nazar, haram süt, korkulara dayalı ishallerin anne tarafından çocuğun alnına haç şeklinde is sürerek tedavi edildiğini söylersem bunu sakın benim mizahi tarzıma bağlamayın. Yine Mardin kırsalında-çocukluğumuzda!-sıtma olan çocukları, anneler tencere altından parmaklarıyla aldıkları isi, alınlarına bir haç çizerek iyileştirmeye çalışırlardı. Ve ne tuhaftır ki bu yöntemle çocuklar sıtmayı atlatırlardı. Bugün de bu yöntemin tıbbın çok ilerlemesine karşın kullanılması bir inceleme konusu olarak araştırılması gerektiğini düşünüyorum.
Bizim meçhul hekimimiz süzme yöntemiyle hazırladığı ilaç reçetelerinin bir de kullanım kılavuzları vardı.[Bugün en değme ilaç kutusundan bir kullanım kılavuzu (prospektüs) çıkmaz mı?] Hekimimiz içilecek ilaçların içimini kolaylaştırmak için (tadını kaybetme amacıyla) bira (ve bazen de süt) kullanırdı. Tüm bu söylediklerimiz bu kutsal topraklarda, Sümer’de dahi eczacılığın bilindiğini gösterir. İlaçlarda güherçilenin (idrardan elde edilmiş olmalı) kullanılmış olması bu topraklarda kimyasal proseslerin yapıldığını kanıtlar. Bu kutsal topraklar kimya bilimiyle içlidışlıdır.
Biz bu toprakların insanlığın en eski tıp ilmini yarattığını yazarken dünyanın dört bir tarafındaki müzelere dağılmış olan tabletlere bakılmasını söylüyoruz. O isimsiz/isimli hekimlerin elinin altında-tıpkı bugünkülerin olduğu gibi-bir tıp elkitabı vardı(r). Ama-ne yazık-ki ulaşamadığımız belgeler nedeniyle hangi hastalıkların hangi ilaçlarla tedavi edildiği bilgisine ulaşmış değiliz. Aslında şu günlerde böyle bir bilgiye ulaşmada-özellikle domuz gribinin yayıldığı bir dönemde-çok yarar vardı(r).
----
bulent_tekin@turk.net
----
RADİKAL GAZETESİ - ARANIYOR!
30 Aralık 2009 Çarşamba
KENDİ KENDİNE YAZAN ÇOCUK
29 Aralık 2009 Salı
28 Aralık 2009 Pazartesi
27 Aralık 2009 Pazar
E-PAZAR -17- TALİH
Hemen koşup ıslak mendil almanız gerektiğini müjdeleyen kuş. Piyango bileti almak, sayısal oynamak işe yaramıyor. Tecrübeyle sabit.(Ekşi sözlük)
HAFTANIN FIKRASI
Adam elindeki son 500 dolarla kumar oynamaya karar verir ve LasVegas'ın yolunu tutar... Ve inanılmaz bir talih; tam 3 milyon dolar kazanır.
Hemen otel yönetiminin kendisine tahsis ettiği kral dairesine çıkar ve karısına telefon eder: - "Hayatim evde misin?"
- "Evet kocacığım."
- "İyi. Hemen hazırlan o zaman. Çabuk bavulunu hazırla. Kumarhanede tam 3 milyon dolar kazandım."
- Kadın sevinç dolu bir çığlık atar “Ayyyyyyyyyyy harikasın!! Hemen hazırlanıyorum.. Peki ama nereye?? Paris?; Karayipler?; Acapulco?; Guney Amerika?..."
- Adam cevap verir: “ Umurumda değil. Sadece eve döndüğümde çoktan gitmiş ol.”
HAFTANIN + BİLMEM KAÇI (YENİ)
---
Teessüf
Mehmet ÇAĞÇAĞ
(26 Aralık 2009 tarihinde Habertürk gazetesinde yayınlanan karikatürü çok aradık bulamadık.E-PAZAR bu sebepten ötürü geç kaldı)
26 Aralık 2009 Cumartesi
25 Aralık 2009 Cuma
Sefer Selvi Çizdi - İşsizlik
24 Aralık 2009 Perşembe
23 Aralık 2009 Çarşamba
Bülent Tekin - KRAL ÇIPLAK! (GIRGIR DERGİSİ)
Ne(ye) yalan söyleyeyim, İçişleri Bakanı Beşir Atalay’ın yeminini, inadını hiçbir yerde görmedim, duymadım, okumadım. Sözde Kürt açılımının koordinatörlüğünü yapan Atalay, hiçbir basın toplantısında, hatta meclis konuşmalarında “Kürt” kelimesini ağzına almadı. Sanki Kürt kelimesini ağzına almamak için dinine, imanına, kitabına yemin etmiş! Kürt kelimesine bu kadar alerjisi olan bir adamın Kürt sorunu konusunda samimi olması düşünülebilir mi? Birileri ona sakın bu kelimeyi ağzına alma, milletin alerjisi var, şeklinde akıl vermiş olabilir. Ama ben böylesi bir aklı beğenmiyorum. Son basın toplantısında da (17 Aralık) Kürt kelimesini kullanmadan açılımdan bahsetmeyi becerdi. Helal olsun diyorum. Daha ne diyebilirim?
Ben Kürt kelimesini kullanmayan birinin, bir partinin ya da bir zihniyetin (s)empati kültürünün olabileceğine inanmıyorum. Bunun Kürt, Türk, İngiliz, Yunan kelimesi olması önemli değildir. Bunun(la) bir ırk ya da bir insan grubuna (kavim) bakışın niteliğiyle olan önemini söylemek istiyorum. Birinin adını dahi anamayan ceberut, ciddi, polisvari ya da askeri bir disiplinle yaklaşma zihniyeti gönüllerle empati kuramaz. Beşir Atalay’ın artık militer yapıyı dahi aşmış koruculuk uygulamasına verdiği desteğin boyutunu anlamış değilim. Mardin (Bilge Köyü) katliamını yapmış katil korucuların ailelerini devletin milyarlarıyla beslediler. Mazıdağı Fosfat Tesislerindeki barınmalarında günlük on bin lirayı aşan beslenme masrafı yapıldı. Şimdi o insanları Kırklareli’nde devletin milyarlarıyla koruyorlar. Soykırım yapmayı özendirici, ödüllendirici bu tavrın (sosyal devlet tavrının) illegal örgütlere, adli vakalara (artık köyleri yakılıp yıkılmış Kürtlere, toprakları gasp edilmiş Süryani ve Ermenilere demiyorum) neden gösterilmediğini sormak istiyorum? Gerçekten bunu yapabilir misiniz? Ta Mardin’den gidip te Muş-Bulanık’ta köy korucuğu yapmak da neyin nesi oluyor? Dükkân kapatma ve sokak eylemlerini tasvip etmiyorum ama taa Mardin’den gidip te öyle bir feodal yerde köy korucuğu yapmanın tahrik olduğunu devlet bilmez mi?
Genelkurmay Başkanının Trabzon’da bir gemide yaptığı basın toplantısının sözde demokrasiyle yönetilen bir ülkenin gerçek yüzünü açığa çıkarmasını ben bir kez daha gördüm. Gemi metaforu birçok çağrışım yaptı: Ergenekon soruşturmalarının birinde bir gemide patlatılacak bombayla müzenin havaya uçurulma iddiası ilk aklıma gelenlerdendi. Gemisi, uçağı, topu, tüfeği, bombası olanların bizi her zaman havaya uçuracağına amentü’müz var! Eyvallah! Ama askerlerin-dünyanın bu seviyesinde-bu kadar tehditvari, siyasi konuşmalarının olduğu başka bir ülke var mıdır? Gerçekten Patagonya Cumhuriyeti bizden çok daha demokratik değil mi? Nedense medyadan ve medyanın kameralarından (mikrofonlarından) bu kadar korkan, bunlara düşman bir genelkurmay başkanı ve başbakanı olan bir ülke daha var mıdır? Gerçekten basın özgürlüğüne böylesine düşman olan bir başbakanı var mıdır Patagonya’nın?
DDY çalışanlarına, Tekel işçilerine, itfaiyecilere, emekli memuruna bu kadar gaddar davranan bir hükümetin Baasvari bir oy çokluğuyla iktidarda olduğu bir cumhuriyete demokrasi diyoruz. Ve tuhaftır ki muhalefeti de ırkçı ve şovenist olan bir cumhuriyet. Dincilik kisvesini maskeleyerek demokrat görünmeyi becermiş bir hükümetle cumhuriyet(demokratiyet)! Biz bunun bir finans tekel örgütle(n)mesi olduğunu göremiyoruz. Aslında bize yaşatılan bir masaldır. Uyanık terzilerin krala inandırdıkları olmayan bir elbiseyi giydirdiklerini seyrediyoruz. Ama hiçbirimiz, kral çıplak! demedik.
---
---
Bu haftadan itibaren yazılarını bizimle paylaşacak olan Bülent Tekin'e sonsuz teşekkürler...
22 Aralık 2009 Salı
21 Aralık 2009 Pazartesi
20 Aralık 2009 Pazar
SEFER SELVİ ÇİZİYOR
E-PAZAR -16- YASAK
HAFTANIN FIKRASI
İngiliz, Amerikalı ve Türklerin bulunduğu gemi kaza yapar ve su almaya başlar. Kaptan telaşla yolcuların arasına girer ve;
"Lütfen herkes sakince filikalara doğru gitsin gemi su almaya başladı. "
"Ben bu insanların hepsini gemiden çıkarırım." Kaptan:
"Nasıl yapacaksın bunu hemen yap. "
"Ya nasıl başardın bunu?" Kaptan yardımcısı anlatır:
"İngilizlere sizin gibi asil bir milletin böyle batan bir gemide ne işi olur dedim hepsi denize atladı, Amerikalılara deniz suyu insan sağlığına yararlıdır dedim onlarda hemen suya atladı." Kaptan merakla sorar:
"Peki Türklere ne dedin, onlar kesinlikle ayrılmaz gemiden."
Kaptan yardımcısı pişkin pişkin gülerek:
"Türklere de denize girmek yasaktır dedim."
18 Aralık 2009 Cuma
17 Aralık 2009 Perşembe
15 Aralık 2009 Salı
Latif Demirci Çizdi - Domuz Gribi Aşısı
13 Aralık 2009 Pazar
E-PAZAR -15- REALİTE
Türkiye çok partili demokrasiye 1946’da geçti.
Nesin o yıl, “Marko Paşa” adlı bir mizah dergisi çıkardı.
İsmin altında şu ifade vardı:
“Ne gün fırsat bulursa o gün çıkar. Çıktığı gün saat 8 ile 9 arası satılır. 9’da toplatılır.”
Ancak Hükümet, Marko Paşa’yı toplatmakla baş edemedi; sonunda kapattı.
Bunun üzerine Nesin dergiyi “Hür Marko Paşa” adıyla çıkardı.
Onu da kapattılar.
Nesin, ismi “Yedi Sekiz Paşa” yaptı.
Kapattılar.
Bunun üzerine “Malum Paşa” çıktı.
O da kapanınca Nesin noktayı koydu:
“Merhum Paşa…!”
* * *
Böyle başlayan demokrasi serüvenimiz 63 yıl sonra Nesinvari usullerle sürüyor:
DEP kapatılıyor, ÖZEP kuruluyor.
Sonra HADEP…
HADEP kapanınca DEHAP…
Sonra DTP…
Şimdi sıra “Malum Parti”de bence…
O da kapanırsa “Merhum Parti…”
“Çok partili demokrasi”den 63 yıl sonra bu kez “az partili demokrasi”ye geçiyoruz.
Tabelacılar kazanıyor.
Demokrasi kaybediyor.
---
Teşekkür
Aziz Nesin
Can Dündar
Sefer SelviTeessüf
Anayasa Mahkemesi