15 Nisan 2010 Perşembe

Bülent Tekin Yazıyor

SİYAH LÂLE

Alexandre Dumas’ın (1802-1870) “Siyah Lâle” romanında (1670’li yıllarda Hollanda’da) bir lâle severin (Cornelius Van Baerle) yaşamı anlatılır. Cornelius Van Baerle’yi kıskanan-onun kadar iyi yetiştirici olmayan-komşusu Isaac Boxtel bir lâle yarışmasında (siyah lâle yetiştirme) ödül almak için komşusunu-lâle soğanlarını çalmak için idama çarptırmak amacıyla-ihbar eder. Bu kıskanç adam-nasıl bir lâle severse?-önceleri de (bir gece) iki kedinin arka ayaklarını on adım uzunluğunda bir iple birbirine bağladı ve kedileri duvarın üzerinden (evleri yan yanaydı) Van Baerle’nin bahçesine attı. Ürkmüş hayvanlar-ipler giyotin gibi davranıyordu-en soylu lâleleri parçaladı, katletti. 15 dakika içinde biçilen çiçekler bitince korkunç miyavlamalarla ipi koparan kediler tüymüşlerdi. Bu lâle severin(!) aksine, hapisteki hücresinde ektiği lâle soğanı gardiyan tarafından ezilince Van Baerle içinin koptuğunu hissetmişti. Gardiyanın sopayla onu dövmeye geldiği (gardiyan Boxtel’le işbirliği yapıyordu) bir anda dahi Van Baerle “çiçeklerin ilahisi”ni mırıldanıyordu: “Biz gizli ateşin kız çocuklarıyız/Dünyanın damarlarında dolaşan ateşin/Seher vaktinin ve sabah şebnemlerinin çocukları/Havanın evlatları/Ve suyun./Ama her şeyden öte biz cennetin çocuklarıyız.”

İki tip lâle severden bahsettik. Biri (Boxtel) kıskanç, ödül (para) için komşusunun lâle soğanlarını çalmak için onu idama yollayan; diğeri (Cornelius) her yere gidebilme izniyle birlikte özgürlüğünü kazansa da Rosa’nın (sevdiği kız, gardiyanın kızı) ve lâle soğanlarının bulunduğu hapishaneyi dünya üzerindeki her yere tercih eden. Bu iki sevgi arsında uzlaşmaz bir fark vardır. Bugün bizim söyleyeceklerimiz, ülkemizin siyasetçilerinin ülke (vatan), insan, yurttaş sevgileri üzerinedir. Isaac Boxtel tipi gibi iktidar, ödül (makam), hırs, para uğruna bu ülkeyi ve insanlarını sevmelerini istemezdim. Isaac Boxtel’in çiçek sevgisi ödül (para) uğruna her türlü komploya dayanmaktadır. Isaacvari sevgilerin hırs, kin, düşmanlık, öfkeyle anılabileceğini söylemeliyim. Çiçeği kendi öz çocuğu kadar seven sevgiler de var. Cornelius tipi sevgiler insana, çiçeğe, hayvana değer verenlerdir. O sevgilerde sevgilinin mutluluğu, adaleti, yaşam hakkı vardır. İşte biz bugün bu iki tip sevginin içinde siyasetçilerimizin (bunlar tekel’ci devletin siyasetçileridir!) yerini arıyoruz. Bizimkisi insanlık namına, sadece platonik(!)

Din, iman, Allah, ampul, vatan, millet, Sakarya, Atatürk, bozkurt, alperen diyerek bizlere yaklaşıp yetiştirdiğimiz çiçekleri-bir anını bulup-koparıp kaçıran Erdoğan, Baykal, Bahçeli vesaire tipi (tekelci) devletin siyasetçileri emeğimizi yok ederlerken kendilerini bir hırsız olarak asla görmüyorlar. Oysa krallara lâyık lâleler yetiştiren insanlarımızın masumiyeti ve bulup geliştirdiği (lâle) soğanları-rengârenk lâleler-gasp edenler masumlardan çok, vatansever olarak tanınmış olduklarından kendilerine inanılacağını düşünmektedir. Dingin ve huzurlu duruşumuzu (bir lâle fidanı gibi) bir siyasetçi kurnazlığıyla (kurnaz adam en büyük siyasetçidir de) koparıp ezen bir sevgiden(!) bahsediyorum. Zavallı bir yazarın belki de anlatamadığı lâle sevgisini yadsıyabilirsiniz. Ancak ince uzun fidanın üstünde rengârenk çiçeğiyle bir insanın nahifliği ve inceliği arasında epeyce bir benzerlik vardır.

Yukarıda bir bölümünü yazdığım “çiçeklerin ilahisi”ne devam etmek istiyorum: “İnsanlar kirletir bizi ve severken öldürür,/Biz sadece incecik bir iple bağlıyız dünyaya,/O ip bizim kökümüzdür yani hayatımız,/Ama kollarımızı sadece cennete çeviririz./Çünkü cennet bizim evimiz/Bizim gerçek evimiz, oradan gelir ruhumuz,/Ve tekrar oraya döner./Ruhumuz yani güzel kokumuz.” Ve bahsettiğimiz Siyah Lâle’de en tuhaf durum siyah lâleyi Rosa’nın odasından gizlice çalıp (ödül almak için) festival yerine götüren Isaac Boxtel’in kendisini hırsız olarak görmemesiydi. O gün o genç kızın çeyizini çalanlar bugün bizim havamızı, suyumuzu, toprağımızı, yaşamımızı, onurumuzu çalarken de kendilerini hırsız görmemektedirler.
---
bulent_tekin@turk.net