Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, terörle mücadele konusunun kendileri için milli bir konu olduğuna işaret ederek, "Ben Sayın Kılıçdaroğlu ile de görüşürüm, Sayın Bahçeli ile de görüşürüm, diğerleriyle de görüşürüm. Yeter ki burada ortak, samimi bir konsensüs oluşsun ve oturalım ortak kanaatleri birlikte paylaşalım" dedi.
30 Haziran 2010 Çarşamba
VEDAT KEMER ÇİZİYOR - MİLLİ MUTABAKAT
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, terörle mücadele konusunun kendileri için milli bir konu olduğuna işaret ederek, "Ben Sayın Kılıçdaroğlu ile de görüşürüm, Sayın Bahçeli ile de görüşürüm, diğerleriyle de görüşürüm. Yeter ki burada ortak, samimi bir konsensüs oluşsun ve oturalım ortak kanaatleri birlikte paylaşalım" dedi.
29 Haziran 2010 Salı
Behiç Ak - Kim Kime Dum Duma
26 Haziran 2010 Cumartesi
Sefer Selvi Çizdi - Sınır Güvenliği
25 Haziran 2010 Cuma
Haslet Soyöz Çiziyor - Günah Keçisi
24 Haziran 2010 Perşembe
LeMan,Penguen ve Gırgır
Elazığ'ın Karakoçan ilçesi kırsalındaki çatışmada yaralananların sayısının 4 olduğu öğrenilirken, ölen ve yaralanan yurttaşların kimlikleri de belirlendi. Yoğunağaç Köyü kırsalındaki kara yolunda gerçekleşen saldırıda aynı aileden olduğu belirlenen 4 kişiden ölen yurttaşın Şerife Gezici (70) olduğu öğrenildi. Saldırıda yaralanan 1'i çocuk 4 kişinin ise Ali Gezici (49), Bedriye Gezici (38), Mazlum Gezici (5), İsmail Gezici (19) oldukları belirtildi. Yaralıların Karakoçan Devlet Hastanesi'ndeki tedavileri sürdürülüyor.
Bülent Tekin Yazıyor - Babalar Günü Hikayesi
Size savaşçı Tiyarilerden (bir Nasturi aşireti) bahsetmiş miydim? Çok değil, taa
1900’lere kadar, pek ölülerini gömmezlerdi. Özellikle babalarını. Eski bir geleneğe
göre, yaşlılar artık hayattan zevk alamaz olduklarında, gençlerin önünü açmak
düşüncesiyle onlardan kurtulma yöntemi vardı: Herkes sırası geldiğinde kendi
babasını bu topraklarda bolca bulunan uçurumlardan birinden atarak ondan
kurtuluyordu. Ancak bir gün bu âdeti bir genç kaldırmış.
Hikâye şöyle: Oğul dağı tırmanırken, bir an soluklanmak için bir ağacın
gölgesinde durup babasını yere indirmiş. Babasını indirirken yaşlı adamın güldüğünü
duymuş. “N’oldu, ne diye gülüyorsun?” diye sormuş oğul. “Ah oğlum, ah! Aklıma ne
geldi biliyor musun: Ben de soluklanmak için yaşlı babamı tam da bu ağacın altında
yere indirmiştim. Bu bana tuhaf geldi. Hiç kuşkun olmasın, senin oğlun küçük Yakup
da zamanın dolduğunda sana aynısın yapacaktır!”
Bu söz-içinde kendisi olunca-genç adamı çok düşündürdü. Yakup’un bir gün
kendisini sırtında taşıyarak getirip bu uçurumdan atma düşüncesini sorgulamayı
düşündü. Önce kendi beyninde bunu kabullenmeliydi. Belki yaşlı babası da-kendi
babasını-bu uçurumdan atma düşüncesini doğru bulmamıştı. Bir süre düşünüp
taşındıktan sonra, oğul yeniden babasını sırtlayarak evin yolunu tuttu. Bu eve dönüş
bir reddetmeydi: Atalarının yapmış olduğunun karşısında duruştu. Denir ki bu gelenek
böylece kalkmış oldu.
Bugün böylesi bir âdetin sürdüğü bir yeri düşünmek bize büyük ürküntü
verebilir. Hıristiyan, Müslüman, Yahudi, ateist; Afrikalı, Asyalı, Avrupalı, her kim ise
yaşlı bir adama öldürülme özgürlüğünü tanımak düşüncesi(!) Ama hikâyemizdeki
oğul’un bir geleneğin dehşetine karşı çıkışı yüreklere su serpiyor. Seni doğuran bir
yaratığa karşı umursamazlık ve unutma gerçeğini anlatmak istiyorum aslında-anne/
baba ikinci bir tanrı gibi duruyor belki!- Evet, Tanrı’nın insanı yarattığı gibi insanın da
çocuğunu yaratması ne kadar da benziyor! Ondan değil midir, tüm dinler Tanrı’nın-
kendi yarattığı için-insanları çok sevdiğini söylerler. Bizler de çocuklarımızı çok
sevmez miyiz? Neoliberal, küreselleşmiş dünyada-belki böylesi uçurumdan atarak bir
ölüm yok ama-babalar ve oğullar arasında binlerce yıl önceye özlem duyulan bir
soğukluk var! Oğullar kendi oğullarına âşıkken, babalarının varlığından (dünyasından)
haberleri olmuyor. Oligarşik finans egemenlik ölüm uçurumlarını beyinlerde muhafaza ediyor!
bulent_tekin@turk.net
23 Haziran 2010 Çarşamba
22 Haziran 2010 Salı
Vedat Kemer Çiziyor - Vuvuzela
21 Haziran 2010 Pazartesi
Patrick Chappatte Çiziyor
Vuvuzela bazen lepatata diye bazen de Güney Afrika Zurnası diye adlandırılan, Güney Afrika yöresine ait üflemeli bir çalgı, 61 cm boyunda ve 100 gram ağırlığındadır. Herhangi bir tuş veya tonlama deliği fonksiyonuna sahip olmayıp, sadece üfleyen kişinin ritmine bağlı olarak ses çıkarır.
Güçlü bir ciğer ve üfleme yeteneği isteyen Vuvuzela'nın çıkardığı ses sis düdüğü ya da fil sesine benzerdir. Sinek ve arı vızıltısına benzetenler de olmuştur. Vuvuzela toplu olarak çalındığında çıkarmış olduğu ses yaklaşık olarak 135 desibeldir.
Güney Afrika Kültüründeki Yeri
Vuvuzela, adını Zulu dilindeki Vuvu sözcüğünden alıyor. Vuvu sözcüğü, Türkçe'de gürültü anlamına geliyor. Güney Afrikalıların anlattıklarına göre Kudu adı verilen bir antilop çeşidinden yapılmakta olup(günümüzdeki modelleri plastikten üretiliyor) yüzyıllardır Afrika kabilelerin haberleşmesinde kullanılıyordu. Günümüzde ise Vuvuzela, Güney Afrika futbol kültürünün ayrılmaz bir parçası haline gelmiştir.
Vuvuzela ve Futbol
Vuvuzela, çoğunlukla Güney Afrika'da ki futbol maçlarında çalınan bir çalgıdır. 2009 FIFA Konfederasyon Kupasında futbolcuların yüksek sesten rahatsız olması nedeniyle yasaklanmıştır. Güney Afrika'da düzenlenen 2010 FIFA Dünya Kupasında ise uzun tartışmaların neticesinde FIFA Başkanı ve Güney Afrikalı yetkililerin baskısının etkisiyle serbest bırakılmıştır. Dünya kupası maçlarında binlerce Vuvuzela doksan dakika hiç durmadan çalmaktadır.
1970'li yıllardan itibaren başta Meksika olmak üzere Futbol maçlarında trampet çalmaktaydı ve bu anlayış dünyaya yayılıyordu. 1990'dan itibaren ise Vuvuzela, dünyada adını duyurmaya, trampetin yerini almaya ve başta Güney Afrika olmak üzere Futbol maçlarında çalınmaya başlandı. 2009 yılında Güney Afrika'nın Konfederasyon Kupasına ev sahipliği yapması sayesinde Vuvuzela, tüm dünyada daha geniş kitleler tarafından tanındı. Bu tarihten itibaren Vuvuzela büyük bir çılgınlık halini aldı ve tüm dünyada maçlarda çalınır hale geldi. 2010 Dünya Kupasının ise şimdiden bir parçası haline gelmiştir.
İnsan Sağlığına Etkileri
Vuvuzela'nın insan sağlığına bazı zararları tespit edilmiş, bu zararlardan dolayı yer yer yasaklanmıştır. Örneğin Almanya'nın Köln belediyesi Vuvuzela'yı insan sağlığına zararlarından dolayı yasaklamıştır.
İşitme cihazları üreticisi Phonak tarafından yapılan araştırma Vuvuzela'nın insan sağlığına zararlı olduğunu ortaya koymuştur. Uzmanlar 85 desibelin üzerindeki bir sesin kulak sağlığına olumsuz etkiler yapabileceğine dikkat çekiyorlar. Ayrıca 100 desibel seviyesindeki bir sese 15 dakika maruz kalmak, kalıcı işitme sorunlarının oluşması için yeterli. Vuvuzela ise yukarıda belirtildiği gibi 135 desibel ses çıkarır.
Vikipedi/E-Mizah
İlhan Selçuk'u kaybettik
Özer Aydoğan Çiziyor - Penguen Dergisi
18 Haziran 2010 Cuma
17 Haziran 2010 Perşembe
İ.BÜLENT ÇELİK SEVENLERİNİ ÜZÜYOR
---
ibulent@celik.gen.tr
(Destek Hattı)
Bülent Tekin Yazıyor
Seyidullah (1900’lü yıllarda) Musul’un en büyük hırsızıydı. Bu meslek babasından miras kalmıştı. Nasıl ki-ülkemizde-doktorluk, avukatlık, tüccarlık baba mesleğini seçmek bir çocuk için doğalsa o da Musul’da baba mesleğini öyle seçmişti. Evlere girmek onun uzmanlık alanıydı ve en çok kullandığı yöntem kazmayla sokaktan evin bir duvarını kırıp içeri girmekti. Bu yöntem diğerlerine göre ona oldukça kolay geliyordu. Elbette bu zahmetsiz işin bir de polis yönü olmalıydı, onlarsız bu işi becermenin çok zor olacağının ayırdındaydı. Tabii polise düşen görev de sokağın her iki yanını tutup geri(ye) kalanıyla başka bir mahallede olmaktı. Ne de olsa bu (hırsızlık) bir ekmek parasıydı ve bunun engellemesini polis düşünemezdi, değil mi ya? Ve işte bu Seyidullah sadece bir kez yasaları çiğnediğinde-bir kadının ellerini kesmişti!-gözaltına alınmıştı. Zaten ona bile bir hafifletici neden bulunmuştu: Kadının bileziklerini almanın başka bir yolu yoktu ve bu da bir hafifletici nedendi.
Neden anlattım bunu? O kadar çok hafifletici nedeni var ki! Sözlerimiz yanlış anlaşılmasın, hırsızlığı kutsamaya niyetimiz yok. Kıyı bucakta, orta yerde, apaçık, ama açıkça, ama gizlice öyle çok yapılanı var ki, belki de ihtiyatla (kim bilir, hırsızlara saygı duyarak) bir dokunmak istedik. Hırsızlara karşı ayıp kaçmayacak (onlara saygıda kusur etmeyecek) kelimeler kullanmalıyız. Sakın ağır kelimeler kullanmaya cüret etmeyin çünkü bu bir ekmek davası. Bu düzen ve sonuçlarını tek başımıza alt edebilir miyiz? İnsanları bir düzene koymak kolay mıdır? Kimi bir başbakan, cumhurbaşkanı, bakan çocuğu olarak doğar, kimi bir dilenci çocuğu. Toplumsal (ahlaki) kural ve hukuk yasalarını kılı kılına uyarak uygulayacak biri diğerinden bilgili ve namuslu yargıçlar bulsak da bu düzenlemeyi nasıl yargılayacaklar?
Tolstoy’un “Yalancı İlişkiler” romanında sosyeteden, hızlı yaşamdan kaçan bir kadının değişiminden bahsedilir. O güzel kadın artık her akşam bir başka balonun en güzel kadınıdır. Bir prens onunla tanışmak için bir bayanla haber gönderir, kadın gidecektir. Kocası kadının değişikliğinden rahatsızdır. Çünkü Çarlık Rusya’sında hemen hemen her güzel kadının-kocasından ayrı-bir illegal kocası (metresi) vardır. Adam başına gelecekleri bilir gibiydi; sitemliydi. Kadınsa ağzının payını vermeye hazırdı. Adam, “Hâlâ anlamıyor musun?” diye sordu. “Hayır!” “O halde ben söyleyeyim. Hissettiğim, hissetmezlik edemeyeceğim şey ilk defa bana iğrenç geliyor.” Kadın bir an durdu ve sordu: “Ne, neymiş o?” “Ne olacak, prensin seni güzel bulması, senin kocanı, kendini, kadınlık haysiyetini unutarak ona koşman; sende namus kalmadığı için, kocanın sana karşı neler duyacağını anlamak istememen.” Çarlık Rusya’sının vahşi düzeninde kontlar, prensler, baronlar, dükler, kontesler, prensesler, düşesler paranın, malın ve devletin hâkimi idiler. Bu feodal aristokratlar en güzel kadınları, genç erkekleri metres edinirlerdi. Halkın, kamunun, Allah’ın arazilerini (üstündeki insanlar dahi onlarındı) ele geçirmişlerdi. Her birinin nerdeyse bir küçük prenslik olacak kadar arazisi vardı. Bu duruma “hırsızlık” diyecek bir yargıç o dönemler de olamazdı.
Eskiyi-bir sızıyla-hatırlayıp yeniyi de düşünerek hırsızlık üzerine çiziktirdik. Ve küçük-büyük hiç ayırt etmeden tüm hırsızlara bir selam çaktık!
bulent_tekin@turk.net16 Haziran 2010 Çarşamba
Patrick Chappatte Çiziyor
Organizasyondan akıl almaz kârlar elde eden FIFA, 2010 Dünya Kupası maçlarının oynanacağı stadlarda güvenlik hizmeti sağlayan işçilerin maaşlarını düşürdü. İşçilerin Durban şehrinde başlayan eylemleri Güney Afrika başkenti Cape Town'a da yayıldı.
15 Haziran 2010 Salı
Mehmet Çağçağ Çiziyor - Vuvuzela
***
LAZ MARKS EMİCE’den...
Vuvuzela,
Venezuela ve maaşli, bordroli aydinlar
Annaymisun Nihat yanuma geldi, “Laz Mark Emice Dünya Kupasi yaklaşiyi ama ha bu Venezuela yüzinden maçlari seyredemeyeceğuk galiba.”
“Ne oldi ula, ne etti Venezuela sağa,” dedum.
“Bu Venezuela çok fena kafa ütileyi Laz Marks Emice, maçun başindan sonina kadar sinek viziltisi gibi ötturup durayiler,” dedi.
Ula koyasun dağdan yukari... Meğer bu öküz, Afrikali seyircilerun maçlarda çalduği bori olan Vuvuzela yerine Venezuela deyimiş.
Birden Venezuela’dan nefret eden, kisa dönem solculuklarini 80 öncesi çeşitli örgutlerde yapup, 12 Eylul faşizmiylan birlukte bağli bulunduklari medya gurubina dağitumlari çikan aydin kesimi akluma geldi. Bunlara Anayasanun ilk maddesi gibi, Amerika’nun, AB’nun ve sermayenun karşusinda yer almalari teklif dahi edilemez.
Halk kirizlerle inim inim inlerken bile, bunun kapitalizumun bir sonuci olduğindan bahsetmez, tam tersine halka, en eyi şarap ve en iyi istakozi nerede yiyeceğini anlatarak yol gösterurler. Ama sira hemen her gün halk kitleleri adina bir kazanum elde eden Çavez’un Venezuela’sina gelince bizum Annaymisun Nihat’un Vuvuzela’dan ürkmesi gibi Venezuela’dan ürkerler.
Ebenuzi Vuvuzela eşluğinde hamsi kovalasun daa...
Yazan: Yılmaz Okumuş
14 Haziran 2010 Pazartesi
Çağsama -4- Ezberci Eğitim Kalkıyor(du)
Türkiye'de eğitim ilk olarak öğrenci merkezli bir sisteme dönüştürülmelidir.Yani program öğrenci potansiyeline ve ilgi alanına göre her öğrenciye ayrı ayrı olarak düzenlenmelidir. Öğrencilere kişilikleri, yetenekleri ve istekleri göz önünde bulundurularak,şahsa özel bir eğitim programı hazırlanmalı ve izlenmelidir. Bu sayede günümüz öğrencisinin okula olan ilgisizliği azalmış olacak ve her öğrenci ilgili olduğu alanlardaki dersleri aldığı için daha başarılı olacaktır.
***
EĞİTİM ?
e-mizah:
-Türkiye'de olmasa mükemmel olacak.
e-mizah:
-Türkiye'de olsa mükemmel olacak.
E-MİZAH
13 Haziran 2010 Pazar
Haslet Soyöz Çiziyor - Eksen Kayması
11 Haziran 2010 Cuma
SEFER SELVİ ÇİZİYOR - EKSEN KAYMASI
İki gündür Medya'yı en çok yoran isim tamlaması. Türkiye'de bir eksen kayması mı yaşanıyor, arap dünyasına mı yakınlaşıyoruz, AB hedefinden, batılılaşmadan vaz mı geçiyoruz endişeleri eşliğinde bir haberler filan.
10 Haziran 2010 Perşembe
İzel Rozental Çiziyor
10 Emir
- Karşımda başka ilahların olmayacak.(Devlet Bahçeli)
- Kendin için oyma put, yukarda göklerde olanın, yahut aşağıda yerde olanın, yahut yerin altında sularda olanın hiç suretini yapmayacaksın, onlara eğilmeyeceksin ve onlara ibadet etmeyeceksin.(Erbakan)
- Yehova'ın Rab'in ismini boş yere ağıza almayacaksın.(Fethullah Gülen)
- Sebt gününü takdis etmek için onu hatırında tutacaksın. Altı gün işleyeceksin ve bütün işini yapacaksın, fakat yedinci gün Allah'ın Rab'e Sebttir. Sen ve oğlun ve kızın, kölen ve cariyen ve hayvanların ve kapılarında olan garibin hiçbir iş yapmayacaksınız. Çünkü Rab gökleri, yeri ve denizi ve onlarda olan bütün şeyleri altı günde yarattı.(Numan Kurtulmuş)
- Babana ve anana hürmet edeceksin.(Bülent Arınç)
- Katletmeyeceksin.(RTE)
- Zina etmeyeceksin.(Deniz Baykal)
- Çalmayacaksın.(Kemal Kılıçdaroğlu)
- Komşuna karşı yalan şehadet etmeyeceksin.(Kemal Kılıçdaroğlu)
- Komşunun evine tamah etmeyeceksin, komşunun karısına, yahut kölesine, yahut cariyesine, yahut öküzüne, yahut eşeğine, yahut komşunun hiçbir şeyine tamah etmeyeceksin.(Deniz Baykal)
Bu tartışma hiç bitmesin!
(Parantez İçlerine Dikkat:)
OSMAN TURHAN ÇİZİYOR
BÜLENT TEKİN YAZIYOR
Bir tilki bir ayı ailesiyle aynı bölgede yaşıyormuş. Tilki, ailenin kaldığı mağaranın önünden her geçişinde-özellikle erkek ayının olmadığı zamanlarda-yavrucaklara “Yavrularım! Ben sizin babanızım!” diyormuş. Tabii kendilerine benzemeyen birinin bu sözü yavrucakları ve anne ayıyı çileden çıkarmış. Çok öfkelenen anne ve yavrucuklar olayı babaya götürmüşler. Anne, “Çocukların çok zoruna gidiyor!” demiş. “Ben sizin babanızım deyip geçtiğinde çocuklar kendilerini yere atıp hüngür hüngür ağlıyorlar!” Baba, “Kim bu?” diye sormuş. Anne ve yavrucaklar (ayının) tipini izah etmişler, baba ayı onun tilki olduğunu anlamış. Ayı tilkiyi kollamaya başlamış, yakalamaya çalışmış. Bir iki defa tilki canını zorla kurtarmış; kaçarak kurtulmuş. “Bu iri hayvan beni bir yakalarsa paramparça eder. İyi de koşuyor! Ama kafasının çalıştığı pek söylenemez!” diye düşünmüş tilki. Kendince bir plan kurmuş. Kaçarken ayıyı çok dar bir yere sıkıştırmayı gerçekleştirmeye çalışmış: Aralarında çok az mesafe olan güçlü iki ağacın arasından koşarak geçmiş. Onu kovalayan ayı aynı yerden geçerken aralarında çukur da olan bu iki ağacın arasına çok fena sıkışmış. Tilki hemen büyük bir fiyakayla durmuş ve iki ağacın arkasına hızla dolanmış. İki ağacın arasına bir mengene gibi sıkışmış erkek ayının arkasına geçip tecavüz etmiş. “Ulan!” demiş tilki. “Benimkini içinde de görüyor (hissediyor) yine de çocuklarının babası olduğumu kabul etmiyor!”
Gazze’ye insani yardım götüren Türk gemisine İsrail’in yaptığı korsanca baskını salt onların savaşçı ruhuna ve cesaretine bağlamak istemiyorum. Türk devletinin koyunları kurtların arasına salar gibi davranması da büyük rol oynadı. Bu vahşi saldırıda Türkiye’nin karizması çizilmiştir. İsrail herkesin önünde tokadını atmış ve korkusuz olduğunu göstermiştir. Bu, bir insanın bir insana olan tokadı değildir, bir devletin bir devlete tokadıdır. Van minüt (one minute) ayaklarıyla sahte kabadayılığa dayanan Başbakan Erdoğan’a İsrail’in verdiği yanıt hepimiz için oldukça acı olmuştur. Ben yine de bu olayın oldukça gizemli sorularıyla yanıtlarının olduğunu düşünüyorum.
Filistin (Gazze) olayında hiçbir Arap ülkesinin bu kadar Arabist (Arapçı) kesilmediği düşünüldüğünde, Başbakan Tayyip Erdoğan ve hükümetinin bu kadar militanvari Arabist (Arabizm yanlısı) ve İslamcı kesilmesinin nedeni salt ideolojik aynılık mıdır? Bütün Arap ülkeleriyle ilişkisi var İsrail’in. O halde bizi bu kadar mahallesini namusunu koruyan hale getiren ne? Erdoğan hükümeti dâhil İsrail devletiyle en fazla ilişkisi olan hükümetler İslamcı partilerin hükümetleri olmuştur. Bu böyle olduğu halde yalandan ve (sahte) bir Yahudi düşmanlığıyla ya da bunu yapar gibi davranarak gittikçe İslamcılaşan ülkenin insanlarının sempatisi kazanılmak isteniyor. Bir devlet olarak Gazze’ye Kızılay’ı kullanarak da yardımı götürebilirdin. Böylesi bir kanlı olay olmazdı.
Tüm bu söylediklerim bilerek yapılmışsa, bu ve benzer olaylar (Van münit te buna dâhildir) ABD’nin izniyle oluyor demektir: İslam ülkelerinin liderliğini yapacak en uygun ülke Türkiye’dir. Erdoğan’ın ideolojisi ve retoriği de lider olmaya uygundur. Arap ülkeleri İran’ı sevmiyor. Zaten Pakistan, Afganistan kendi derdiyle meşgul. En fazla Yahudi düşmanlığı yapanın peşinden Arap ülkeleri gidebilir. Ancak böyle inandırıcı olabilir. Böylece ABD’nin Ortadoğu’ya tam hâkimiyeti gerçekleşebilir. Zaten Büyük Ortadoğu Projesi, Ilımlı İslam rejimini (AKP gibi iktidarlar kurarak) diğer Arap ülkelerine götürmek istemiyor mu? “Siz de Erdoğan gibi yapın, AKP gibi hükümetler kurun,” denilecektir. ABD bu politikalarla bir taraftan İslam düşmanlığı yapan İsrail’e diğer taraftan da Yahudi düşmanlığı yaparak İslam liderliği yaptıracağı bir Türkiye’ye-bu bir çelişki gibi görülse de!-destek vermektedir. Bu olguyu görmemiz gerekir.
Faşist İsrail devletinin sivil Türk gemisine yaptığı korsanca baskın (hikâyemizdeki ayı-tilki meselesi gibi) ABD’den habersiz yapılamaz(dı). Bu barbarca katliamda ABD her iki çocuğundan (İsrail ve Türkiye) yana olmuştur. Dünyanın babası olan ABD karşısında hiçbir çocuğun söz hakkı yoktur. Ama bir gün kendisi için tehlikeli olmuş çocuklarını-tıpkı Saddam’ı yarattığı ve yok ettiği gibi-belki yok etmek zorunda kalacaktır. Dünya çok genç ve hayat devam ediyor.
(bulent_tekin@turk.net)
9 Haziran 2010 Çarşamba
Latif Demirci Çiziyor - Hürriyet Gazetesi
Fesli,Kavuklu Recep Bey
AKP gORUP toplantısında konuşan Recep Tayyip Erdoğan muhalefetin politikalarını eleştirerek ''bi siktirin yaaa,hassiktir,ya yok ebesinin...''gibi ifadelerle yüklendi:)
E-lastik
A-rıza
7 Haziran 2010 Pazartesi
5 Haziran 2010 Cumartesi
3 Haziran 2010 Perşembe
Bülent Tekin Yazıyor - GIRGIR DERGİSİ
Kızım (Türkan Gülistan Tekin) 1997 yılından beri KKTC Yakın Doğu Üniversitesi (YDÜ) Hukuk Fakültesi öğrencisidir. Nerdeyse 14 yıl oldu! Mezuniyete dört dersi var. Defalarca bu sorunu devletimizin Cumhurbaşkanlığına, Başbakanlığına, YÖK’üne; KKTC’nin Cumhurbaşkanlığına, Başbakanlığına, YDÜ Rektörlüğüne ve-bir kez-YÖDAK’ına (bizdeki YÖK’ün eşiti olmalı) yazdığım halde olumlu/olumsuz doyurucu bir yanıt alamadım. Başbakanlığımız matbu birer yazıyla birkaç satırlık yanıtlar verdi. KKTC’den gelen yanıtların çözümle ilgili bir-moral dahi olsa!-adım düzeyinde olduğuna inanamadım. Yine de yanıtlar geldi. Yurtdışında 14 yıl (ülkemizde bayanlar 20 yılda emekli olabilmektedirler!) bir öğrenciyi okutabilmenin masrafını tahmin etmek çok zor olmasa gerek. Tüm paramızı ve eşimiz ziynet eşyalarını bu yolda harcadık. Artık ailem (annem ve kardeşlerim) masrafları karşılamaya başladı. 17 yaşında-bitirdiğinde bir hukukçu olacak diye-Kıbrıs’a yolladığım kızım bugün 30 yaşında. Bu insan ne zaman mezun olacak, staj yapacak, avukat olacak ve ne zaman evlenecek? Bir baba olarak rüyalarıma giren bu serüvenin tatlı sonla bitmesini hayal etmek istiyorum.
Kopya, soru çalmak gibi bir yönteme hiç başvurmayan kızımın salt çalışmayla 14 yılda mezun olamamasının bir trajikomik öykü olmadan çok dram olma niteliği var. Hepimiz üniversite okuduk ve orada zaman zaman hocalarımızın toleransıyla karşılaştık. Bu durum biraz çok farklı, 14 yılda lisans eğitimini bitirememe durumu var(bu süre içerisinde belki doktora, kim bilir-belki-doçent olma durumu olabilirdi!). 14 yıl öğrenci olabilmeyi acaba okul ve ilgili kurumlar dünyanın hangi yönetmeliği (ve yasasıyla) izah ediyorlar? Bu durumda olan çok sayıda öğrencinin varlığından bahsediliyor. Öğrenci tabii ki çalışacaktır, öğrenecektir ama Allah aşkına iyi eğitim alamadan mezun olmayı başarmış çok sayıda insan yok mudur? Bir kez daha okul yönetimini hoşgörü ve aileleri anlamaya davet ediyorum. Bir hayal kuruyorum; kızım 14 yıl sonra lise mezunu olarak Türkiye’ye dönmesin. Büyük bir hayal midir bu?
Türkiye’nin yardım ve desteğiyle mücadele eden KKTC’nin öğrencilerimizi çok uzaktan gelenler diye düşünmemesini isterim. Kızımın ve onun gibilerinin birer lise mezunu olarak geri dönmeleri KKTC’ye ve Türkiye’ye bir şey kazandırmayacağını düşünüyorum. Gençlerin geleceğinin iyi bir eğitim ve ahlakla parlayacağını biliyorum. Onlar çocuksa bizim birer baba, ana, koruyucu olmamız gerekir. Şirazlı Sadi’nin Gülistan’ında geçen bir öykü aklıma geldi: Derviş, bir zaman tekkede Allah’ın dostlarıyla arkadaşlık ettikten sonra medreseye gitti. Onun tekkeyi bırakıp medreseye gitmesi ilgi çekmişti. Sadi ona âlimle sofu arasındaki farkı sordu: “Neden tekkeyi bırakıp medreseyi seçtin?” “Sofu, gemisini kurtaran kaptandır, kendisini düşünür; oysa âlim cankurtaran gibidir.” Bir kez daha hayal kuruyorum: Hukuk, siyasal erkin kalıcı düzenlemeleri olmaktan çok fiili eşitsizlikleri kabul etmeyen bir yorum içermelidir. Kurumlu ve kurallı eylemini yurttaşlara eşit yaklaşımla sağlayabilir. Derviş bile olmayı gerektirmez!
bulent_tekin@turk.net2 Haziran 2010 Çarşamba
LEMAN DERGİSİ - İSRAİL
Yaşları 6 ila 17 arasında, çocuklar... Eşzamanlı hareket edip, topluca giriş-çıkış yapan servis minibüslerinde, koltuklarına büzüşmüşler, pencereden bakmaları yasak...
Dikine hareket eden çelik bariyerler iniyor, çelik kapı aralanıyor, servisler giriyor, kapı kapanıyor, bariyerler kalkıyor; aksi halde, tankla geçmen bile zor... Taksiyle gelmek istemiyorlar; hem adresleri belli oluyor, hem de ses çıkaramadıkları hakaretlere uğruyorlar... Kapıda takım elbiseli, telsiz kulaklıklı korumalar var; taranma ihtimaline karşı, çelik yelek giyiyorlar. Her taraf kamera; içerden izleniyor... Yürüyerek gelirsen, kimliğini gösteriyorsun, içeriye telsizle bildiriliyor, çelik kapı açılıyor, oda gibi bir yerdesin, geride bıraktığın çelik kapı kapanmadan, önündeki çelik kapı açılmıyor. Arkandan biri dalarsa, ikinci çelik kapı “duvar” oluyor. Denizaltılar gibi, bir bölüm su alırsa, öbür bölüme geçmesin diye... Konferans salonunda, her koltuğun altında baret var. Bomba patlar, tavan çökerse, çocukların hiç olmazsa kafası korunsun diye.
*
Okul bu... İstanbul’da.
*
Musevi vatandaşlarımızın okulu.
*
Van münüt’le birlikte, doğup büyüdükleri topraklarda hedef haline geldiler... Günahsız Filistinli çocuklar hangi korku titreşimlerini hissediyorsa orada, onlar da aynısını hissediyor burada.
*
Hayat, Gazze’ye dönüştü onlar için.
*
Diyeceksiniz ki, e-ee?
*
Başta ABD ve İngiltere; yurtdışında yaşayan TC vatandaşlarının tamamı -dün itibariyle- Türkiye’deki Musevi vatandaşlarımızın durumuna düşürüldü...
E’si o.
*
Van münüt’e kadar Türk, van münüt’ten sonra Müslüman olarak sıfatlandırılan TC vatandaşları -dün itibariyle- ne Türk, ne Müslüman...
Potansiyel Hamaslıdır.
*
“Katil İsrail”in elbette hiçbir haklı gerekçesi yoktur... Ancak, İskenderun’da altı şehidin tabutu ortadayken, TC’nin Gazze için dünyayı ayağa kaldırması, dünyanın bize Hamaslı olarak bakmasının haklı gerekçesidir.
*
Duygusal tepkilerin gözüne girmek için, “ah o gemide ben de olsaydım” demek güzeldir ama... Gemiye “insani” olarak binmek başka şey, “siyasi” olarak Türk bayrağı çekmek başka şeydir.
*
Yarın öbür gün, en başta transatlantik gibi yatları olan Araplar... Dünyanın bize Mavi Marmara göndermeyeceği kesindir.
YILMAZ ÖZDİL