Seyidullah (1900’lü yıllarda) Musul’un en büyük hırsızıydı. Bu meslek babasından miras kalmıştı. Nasıl ki-ülkemizde-doktorluk, avukatlık, tüccarlık baba mesleğini seçmek bir çocuk için doğalsa o da Musul’da baba mesleğini öyle seçmişti. Evlere girmek onun uzmanlık alanıydı ve en çok kullandığı yöntem kazmayla sokaktan evin bir duvarını kırıp içeri girmekti. Bu yöntem diğerlerine göre ona oldukça kolay geliyordu. Elbette bu zahmetsiz işin bir de polis yönü olmalıydı, onlarsız bu işi becermenin çok zor olacağının ayırdındaydı. Tabii polise düşen görev de sokağın her iki yanını tutup geri(ye) kalanıyla başka bir mahallede olmaktı. Ne de olsa bu (hırsızlık) bir ekmek parasıydı ve bunun engellemesini polis düşünemezdi, değil mi ya? Ve işte bu Seyidullah sadece bir kez yasaları çiğnediğinde-bir kadının ellerini kesmişti!-gözaltına alınmıştı. Zaten ona bile bir hafifletici neden bulunmuştu: Kadının bileziklerini almanın başka bir yolu yoktu ve bu da bir hafifletici nedendi.
Neden anlattım bunu? O kadar çok hafifletici nedeni var ki! Sözlerimiz yanlış anlaşılmasın, hırsızlığı kutsamaya niyetimiz yok. Kıyı bucakta, orta yerde, apaçık, ama açıkça, ama gizlice öyle çok yapılanı var ki, belki de ihtiyatla (kim bilir, hırsızlara saygı duyarak) bir dokunmak istedik. Hırsızlara karşı ayıp kaçmayacak (onlara saygıda kusur etmeyecek) kelimeler kullanmalıyız. Sakın ağır kelimeler kullanmaya cüret etmeyin çünkü bu bir ekmek davası. Bu düzen ve sonuçlarını tek başımıza alt edebilir miyiz? İnsanları bir düzene koymak kolay mıdır? Kimi bir başbakan, cumhurbaşkanı, bakan çocuğu olarak doğar, kimi bir dilenci çocuğu. Toplumsal (ahlaki) kural ve hukuk yasalarını kılı kılına uyarak uygulayacak biri diğerinden bilgili ve namuslu yargıçlar bulsak da bu düzenlemeyi nasıl yargılayacaklar?
Tolstoy’un “Yalancı İlişkiler” romanında sosyeteden, hızlı yaşamdan kaçan bir kadının değişiminden bahsedilir. O güzel kadın artık her akşam bir başka balonun en güzel kadınıdır. Bir prens onunla tanışmak için bir bayanla haber gönderir, kadın gidecektir. Kocası kadının değişikliğinden rahatsızdır. Çünkü Çarlık Rusya’sında hemen hemen her güzel kadının-kocasından ayrı-bir illegal kocası (metresi) vardır. Adam başına gelecekleri bilir gibiydi; sitemliydi. Kadınsa ağzının payını vermeye hazırdı. Adam, “Hâlâ anlamıyor musun?” diye sordu. “Hayır!” “O halde ben söyleyeyim. Hissettiğim, hissetmezlik edemeyeceğim şey ilk defa bana iğrenç geliyor.” Kadın bir an durdu ve sordu: “Ne, neymiş o?” “Ne olacak, prensin seni güzel bulması, senin kocanı, kendini, kadınlık haysiyetini unutarak ona koşman; sende namus kalmadığı için, kocanın sana karşı neler duyacağını anlamak istememen.” Çarlık Rusya’sının vahşi düzeninde kontlar, prensler, baronlar, dükler, kontesler, prensesler, düşesler paranın, malın ve devletin hâkimi idiler. Bu feodal aristokratlar en güzel kadınları, genç erkekleri metres edinirlerdi. Halkın, kamunun, Allah’ın arazilerini (üstündeki insanlar dahi onlarındı) ele geçirmişlerdi. Her birinin nerdeyse bir küçük prenslik olacak kadar arazisi vardı. Bu duruma “hırsızlık” diyecek bir yargıç o dönemler de olamazdı.
Eskiyi-bir sızıyla-hatırlayıp yeniyi de düşünerek hırsızlık üzerine çiziktirdik. Ve küçük-büyük hiç ayırt etmeden tüm hırsızlara bir selam çaktık!
bulent_tekin@turk.net