31 Mart 2010 Çarşamba
SALİH MEMECAN ÇİZDİ
29 Mart 2010 Pazartesi
28 Mart 2010 Pazar
E-PAZAR -28- KAÇAK
HAFTANIN FOTOĞRAFI
HAFTANIN FIKRASI
HAFTANIN +'SI
BAĞIMLILIK YARATAN BİR İNTERNET SİTESİ
(FACEBOOK)
Sorunlu bir internet sitesi
(acunmedya)
Böyle internet sitesi mi olur A.Q
(Wiki)
26 Mart 2010 Cuma
25 Mart 2010 Perşembe
BÜLENT TEKİN YAZIYOR
Tanrılar Sisyphos’u sonsuz bir yaşam biçimiyle cezalandırmışlardı. Onu bir kayayı hiç durmamacasına bir dağın tepesine kadar yuvarlamaya mahkûm etmişlerdi. Sisyphos kayayı tepeye kadar getirecek ama kaya tepeye gelince de kendi ağırlığıyla yeniden aşağıya düşecekti. Bu hep böyle devam edecekti(tekrarlanacaktı). Tanrılar yararsız ve umutsuz bir çabadan daha korkunç bir ceza olmadığını düşünmüşlerdi, haksız da sayılmazlardı-değil mi ya? Günümüzde de-birçok ülkede olduğu gibi-ülkemizde de “kurnaz adam düzeni” yoksul yurttaşlarına böyle bir cezalandırmayı uygun görmüştür. Çarıksızlar, ayaktakımı böyle bir Sisyphos trajedisini yaşıyorlar. Tekel’ci düşünce en yurtsever, en değerli, en madalyalı şampiyon olarak yurttaşlarına böyle bir köle yaşantısını yaşatırken tekelci devletin kurallarına uymaktadır aslında.
Kurnaz adam (bu aralar kurnaz adama taktım ya!) vatan’ı (tekelci dünya görüşü gereği) mülkiyeti ilan etmiştir. Ve bu vatanın üzerinde öyle bir sistem oluşturuyor ki din, iman, Allah, vatan, bayrak, Çanakkale diyerek yeraltı ve yerüstü değerlerin (maddi ve manevi değerlerin) tek sahibi oluyor. İşin yok aybaşını bekle, aldığın maaş birinci gün cebinden uçuyor. Modern baldırı çıplak farkında olmadan modern efendisinden daha çok vatan-millet-Sakarya diyor. İşte sömürünün esas kralı burada inşa edilmektedir. Oysa yoksulluğun olmadığı, sınıflar arasındaki farkın büyümediği (insan haklarına dayalı) bir demokratik cumhuriyette bilinçlenmiş bir yurttaş tipinin kurnaz adam için nasıl bir tehlike olduğunu bir bilse(ydi)k!
Garibanizm yapmak istemiyorum ama-Allah aşkına!-aybaşını getiremeyen memur, işçi, köylü, esnaf, orta sınıfın gelecek için nasıl bir hayali olabilir? Onları Sisyphos trajedisine mahkûm eden oligarşik devlet bir tanrı edasıyla sadece seyrediyor. Toplumsal barış ve demokrasi lafını bolca eden AKP iktidarı Kürt açılımını(!) da Sisyphos’un yazgısına çevirdi. Kürtler kayayı taşıdıkça yuvarlanıp eski yerine geliyor. AKP hükümetinin bu konuda diğer cumhuriyet hükümetlerinden farkı yok. Üstelik İslam’ı da kullanarak-İslam asla bu değildir!-ayrımız gayrımız yok, aynı dinin evlatlarıyız safsatasıyla asimilasyonun en modernini yapıyor. Sünni İslam ve bazen de laik geleneklerin katı tavrı içinde farklı etnik kültürleri İslam potasında eritmek istiyor. Amerikancı İslam’ın (İslam asla bu değildir!) hükümet biçimi olan AKP yönetimi-biz hiç farkında olmadan!-Baasvari bir cumhuriyeti inşa etmek üzeredir. (Baas da%100’lere varan oy almaktadır.) Evet, biz hiçbir şeyin ayırdında değilken ve aybaşını nasıl getiririz diye yaşam savaşı verirken Baasvari bir hükümetin (veya partinin) iktidardan hiç düşmeyeceği bir cumhuriyet kurulmaktadır.
Benim bu anlattıklarımla ahlak denen şeyin de çoktan aşındığını söylemek istiyorum. Etrafı, herkesi basit ideolojik propagandalarla aşındırarak gerçekleri örtbas etme başarısını göstermek ancak böylesi bir ahlakla olasıdır. Hafız Esad tipi bir liderlik ve iktidar kurmayı demokrasi mavalıyla-kitleleri farkına vardırmadan-başarmak için toplumun ahlakı ve politiğiyle oynamayı gerektirir. Hafız Esad (ve bugün oğlunu) kimse iktidardan indirebildi mi? Onlar hem Sovyetçi(Rusyacı) ve hem Amerikancı(ydı)lar. Nusayri’sini, Dürzî’sini, Kürt’ünü, Arap’ını, Sünni’sini, Hıristiyan’ını yanlarına aldılar. Baas demokrasisinde de çok sayıda (23) siyasi parti var. Ama iktidarda hep Baas Partisi var, diğerleri figüran rolü oynuyor. AKP’nin de hedefi bu olmalı: 25-50-100-1000 yıl iktidarda kalmak. Tıpkı Baasçılar gibi. (Görünüşü kurtaracak çok sayıda Baasçı tipi muhalefet partisi de var nasılsa.)Bana göre işler iyi de gidiyor. Bizimkisi de Sünni, Alevi, Kürt, Türk, Ermeni, Roman, laik, şeriatçı, herkim varsa hepsine bir açılım (?!) sunuyor.(Bilumum açılımlar yapılıırr abi!) Ve hiç kimse-farkına varmadan-Baas tipi bir cumhuriyete geçerken (bir yandan da Sisyphos’un yazgısını yaşarken) küreselleşmiş tekelci (finans) siyasetçilerinin ve partilerinin mahkûmu birer modern köle olduğunu fark edemiyor.
---
bulent_tekin@turk.net
---
24 Mart 2010 Çarşamba
ERCAN AKYOL ÇİZİYOR
23 Mart 2010 Salı
SALİH MEMECAN ÇİZİYOR (!)
MUSTAFA BALBAY 380 GÜNDÜR TUTUKLU.
KENDİ KENDİNE YAZAN ÇOCUK
***Benim anlamadığım,nestle reklamında Enver dene çocuk,bütün çikolatalı dağıtıyor,babasının hayrınamı dağıtıyor yoksa bütün mahalle veresiye mi yiyor anlamış değilim.
***Bazen canım sıkıldığında arkadaşlara mesaj atıyorum telefondan,ve bana cevap gelmiyor ya işte o zaman çifte hüzün yaşıyorum.Hem kontür gidiyor hem kendimi yalnız hissediyorum
***O değil de şu hayatta en çok beni ödemeli arayanlara uyuz oluyorum hee.Tam telefonu konuşarak açıyorum,Türkselde çalışan bayan lafı ağzıma tıkıyor.Bu bir ödemeli aramadır diye.Eee iyide kardeşim banane benimle işi olan önce kontür yüklesin.
***Bihter hamileymiş!!.Babası kim acaba??.Bihterin durumu şöyle yorumluyorum ben.Genç kız annesinin yanına gidip hamileyim diyor,annesi tabii ki babası kim diye soruyor.Kızın cevabı aynen şu;anne sen kuru fasulye yiyorsun,ama hangi fasülyenin gaz yaptığını biliyor musun?Bihter hanımın durumuda bu bence.
***En iğrenç espirilerden ilk 10'â girecek esprilerden biri;Çay var mı?.İçmek için mi?
***Beni en çok üzen olaylardan biriside şu hayatta okula hiç servise gidemedim ya,içimde kaldı resmen.Hep okul evimizin yanındaydı.Ama ben çocuğumu evin dibinde bile olsa bindirtecem o servise bari çocuğum bu acıyı yaşamasın.
***o değil de,akşamları yatmadan önce,telefonlarını kapatan insanları hala anlayabilmiş değilim.Ki telefonlarını kapatanların çoğunu kimse gündüzleride aramıyor zaten,yeşillik olsun diye taşıyorlar işte telefonu.
***O değil de.2 dakika salaga yatarım,ömür boyu aptalım olursun.Kelimesi kızlara hiç bı yerde soylenmemek üzere yasaklansın..
***Bence bizim eğitim sistemimiz çok yanlış.Bir tane soruya dört tane şık koyuyorlar boşa masraff.Bence tek soruya tek şık olsun,hem fazladan masraf olmaz.
***Kim ne derse desin otobüs yolculuğunda en heyecenlı şey muavinin servis yaptığı andır.Sıra sana gelmeden ne içeceğini karar vermen lazım.
***Bu haftalık bu kadar haftaya görüşenzi
21 Mart 2010 Pazar
E-PAZAR -27- KAMYON
HAFTANIN ABAZASI(İsim değişikliği:)
19 Mart 2010 Cuma
NURİ KURTCEBE ÇİZİYOR
BÜLENT TEKİN YAZIYOR
Elazığ depremi bizi kerpiç düşmanı yaptı.[Oysa Tel Halaf (MÖ 6000-4000) döneminin çağdaşı olan Elazığ Tepecik ve Tülintepe yapıları iki ya da daha çok odalı dikdörtgen biçimli yapılardı ve duvarları kerpiçten yapılmıştı.] Ama Elazığ depremi (annesi ve kardeşi ölen) bir Çocuk Keko’yla magazinleşti. Keko’nun dramı dramatize edilerek sorumluların katil kerpiçler olduğu saptandı. Bir mizansen de bizden olsun(!) İdareci: “Keko, baban geldi!” Babası ağlayarak Keko’yu sardı. İdareci: “Keko, başka ne istersin?” Keko: “Annemi, kardeşimi isterim.” İdareci: “Keko, suç kerpiçlerindir! Siz Keko’yu bırakıp Almanya’ya gidecek misiniz?” Keko’nun babası: “(Ne diyeceğini düşünür)Yok yok artık Türkiye’deyim.” İdareci: “Keko, üzülme! Seni kolejlerde okutacağız!” Sanki Keko’nun annesini-kardeşini öldürenin adaletsiz kapitalizm-zalim feodal ağaları-oligarşik sistem değilmiş gibi tek suçlu (olarak) kerpiçler ilan edilmişti. Bu hep böyle giderse, yıllar sonra asimile edilmiş birer beyaz Türk olarak (Kürt) Keko’lar kurnaz adam devletinde yine olacaklardır. Ve kurnaz adam neolitik tarım ve köy kültürünün yapı elemanı (malzemesi) olan kerpici suçlayarak yeni modern uygarlığını (modernite’yi) yaşamaya devam edecek.
“Komünistler Moskova’ya!” “Vatan haini!” “Bölücü komünistler!” “Kürtçü bölücüler!” “Teröristler, anarşistler, eşkıyalar!” “Vurun komünistleri!” Çok değil, 12 Eylül öncesi ve uzun süre sonrasında bırakın sosyalistlere, 18-19 yaşlarındaki solcu çocuklara düşmanca bakanlar bugün en büyük insan hakları savunucusu ve demokrat oldular. Nasıl olmuştu: Vahiy mi inmişti ya da ölümü gözleriyle mi görmüşlerdi? Sosyalist sistemin yıkılışı ve ABD-AB politikalarıyla bizim eski ırkçı ve İslamcı faşistlerimiz bir günde dünyanın en demokrat insanları oldu. Bu her türlü tekel’in-devlet de bir tekeldir-adamı olan bu eski insanlarımız toptan ve ailece Avrupacı oldular. Şimdilerde iktidar tekelinden pay aldıklarından tv’lerde bizlere-hiç utanmadan-demokrasi dersi veriyorlar.
1968 Gençlik Kültür Devrimi’ni katbekat aşmış bu zatlar (yeni entelektüellerimiz) geçmişte besledikleri komandolar ve akıncılarıyla din, mezhep ve ideoloji çatışmaları (cinayetleri) yaratıyorlardı. Şimdilerdeyse aynı zamanda hem İslamcı hem ateist, hem eşcinselci hem feminist olabiliyorlar. Bu insanlar aynı zamanda antimilitarist, insan haklarıcı, tam demokrasi yanlısı, tarikatçı, mezhepçi, İslamcı, milliyetçi, Türkçü, muhafazakâr, liberal, sosyal demokrat, ahlakçı, tam demokrattırlar. Bizim hakkımızda katli vaciptir diyenler bugün tertemiz, ulu insan rolü oynamaktadırlar. Ancak tüm bu insanlarda var olan bir ortak özellik hepsinin tuzu kuru olmasıdır. Aslında bakmayın bunların İslamcı ve milliyetçi söylevlerine. Onlar magazinel, medyatik ve şov toplumunun kralını inşa ediyorlar. Bir kravatlı bir kravatsızdırlar. Bir gün camide, diğer gün kilisedeler. İnşa ettikleri sanal toplumla ve Hafız Esad’ın Baasvari demokrasisiyle binyıllar iktidarda kalma hevesindeler. Bu Baasvari ulus devletinin muhalefet partileri de aynı magazinsel senaryonun oyuncularıdır. Hepsi (iktidarı ve muhalefeti) hakikatin inkârını oynamaktadırlar.
1968 Gençlik Kültür Devrimi’nin yenilgisi, Sovyetik sistemin çöküşü kurnaz adamın farklı bir sömürme yöntemi kullanmasına neden oldu. Kurtlar, kaplanlar, aslanlar, kediler makyaj yaparak kılık değiştirdiler. Artık kurnaz adamın söylemlerinin yanında demokratik sosyalizm (söylemleri) bile sıfır kalır. Kurnaz adam antikapitalist, antifaşist, antiemperyalisttir. Kurnaz adam demokrattır, antimilitaristtir, feministtir, homoseksüel koruyucusudur. Kurnaz adam milliyetçidir, İslamcıdır, gayrimüslimlerin dostudur. Kurnaz adam laiktir, çevrecidir, yenilikçidir, ilericidir. Tarım-köy toplumundan (neolitik) kent, sınıf, sermaye ve iktidar (rahip+yönetici+asker) temelli modern topluma (tekel) geçen kurnaz adam özgürlük, eşitlik ve demokratikleşmeyle anılıyor.
17 Mart 2010 Çarşamba
16 Mart 2010 Salı
Turhan Selçuk'un ardından...
ERCAN AKYOL/MİLLİYET
İ.BÜLENT ÇELİK/VATAN
11 Mart 2010 Perşembe
Turhan Selçuk'u kaybettik
Cumhuriyet'te "Söz Çizginin" köşesinde okurlarıyla buluşan 'Abdülcanbaz' karakterini yaratıcısı, çizerlerin duayeni Turhan Selçuk, Cumhuriyet Gazetesi İmtiyaz sahibi ve başyazarı İlhan Selçuk'un ağabeyiydi.
Türk mizahının önde gelen isimlerinden, duayen karikatürist Turhan Selçuk 1922'de Milas'ta doğdu. İlk karikatürleri Adana'daki ortaöğrenimi sırasında aynı yerde çıkan Türk Sözü gazetesi ile İstanbul'da Kırmızı Beyaz ve Şut spor dergilerinde yayımlandı (1941). 1943'te Akbaba'nın kadrosuna girdi, 1948'de Tasvir'de karikatürcü ve ressam olarak çalıştı; Refik Halit Karay'ın çıkardığı Aydede'nin baş çizeri oldu. Kardeşi İlhan Selçuk'la birlikte 41 Buçuk (1952), Dolmuş (1956) mizah dergilerini çıkardı. 1949'da, dünyada Steinberg'in öncülüğüyle başlayan modern karikatür anlayışına yöneldi. Yeni İstanbul gazetesindeki yazılarında "grafik mizah"ın karikatürün evrensel anlatımı olduğunu savundu; çalışmalarını bu yönde sürdürmeye başladı.
Yeni İstanbul, Yeni Gazete, Akşam, Milliyet, Cumhuriyet gazetelerinde ve Akis, Yön, Devrim, Toplum, vb. dergilerde çizdi. 1957'de Milliyet'te çizmeye başladığı Abdülcanbaz dizisi büyük ilgi gördü. Tiyatroya ve sinemaya uyarlanan bu çizgi romanın bir deseni 1991'de PTT tarafından pul olarak basıldı. 1969'da iki arkadaşıyla Karikatürcüler Derneği'ni kuran Turhan Selçuk 1973'te Sanatçılar Birliği tarafından "Halkın Sanatçısı", 1983'te Gazeteciler Cemiyeti tarafından "Yılın Karikatürcüsü" seçildi. Yurt içinde ve dışında çeşitli ödüller aldı: Bordighera Altın Palmiye (1956) ve Gümüş Hurma (1962), İppocampo (1970), Vercelli (1975), Sedat Semavi Vakfı Görsel Sanatlar Ödülü (1984), Cumhurbaşkanlığı Büyük Sanat Ödülü (1997) vb. 1992'de Dışişleri Bakanlığı'nın önerisi üzerine hazırladğı "İnsan Hakları" konulu sergisi Avrupa Konseyi'nin önerisiyle ilk kez Strasbourg'da açıldı.
1997'ye kadar Avrupa'nın çeşitli kentlerinde ve Güney Afrika'da dolaştı. "Barış ve Kitap" konulu karikatürü 1992'de Avrupa Konseyi'nin başlattığı kitap okuma kampanyası boyunca bütün afiş ve dokümanlarda logo olarak kullanıldı. Sanatçı, çalışmalarını Turhan Selçuk Karikatür Albümü (1954), 140 Karikatür (1959), Turhan 62 (1962), Hiyeroglif (1964), Hal ve Gidiş Sıfır (1969), Söz Çizginin (1979) adlı albümlerinde topladı. Türkiye ve Avrupa'da bir çok müzede karikatürleri sergilendi.
Milliyet gazetesinin ardından Cumhuriyet gazetesinde çizen Turhan Selçuk 88 yaşındaydı.
CUMHURİYET
BÜLENT TEKİN YAZIYOR - GIRGIR DERGİSİ
Erkek: “Bir şey mi oldu?” Kadın: “Nasıl anlatsam?” Erkek: “Çekinme canım, söyle.” Kadın: “Senden ayrılmak istiyorum.” Erkek: “Başka biri mi var?” Kadın: “Evet.” Erkek: “Çok mu seviyorsun?” Kadın: “Onsuz bir ölüyüm.” Erkek: “(Sevinçten zıplar) Yaşasııın!” Kadın: “(Yüzünü buruşturur)Yoksa seviniyor musun?” Erkek: “Hem de çok!” Kadın: “(Ağlamaklı)Demek beni sevmiyorsun?” Modern toplumda (kapitalist modernite’de) kadının ve erkeğin yalanı üzerine basit bir giriş yaptım.(Kadın vamp rolünü oynayamaz, erkek tipik kurnazlığını gösterir.)
Her 8 Mart’ta klişe laflar edilip durulur. Ben kutsal Ana-tanrıça’dan (ev) mutfak kölesi haline gelmiş bugünkü kadın için en önemli amacın Kadın Özgürlüğü olduğunu düşünüyorum. Ne erkek kadının yanında çömelecek ne de kadın. Sosyal, kültürel, ekonomik ve siyasal bir eşitliğin cinsler arasında bir sevgi (belki aşk?) yaratabileceğini söyleyebilirim.
İskenderiyeli Hypatia (MS 370-415) güzelliği ve bilgililiğinin yanında tarihin bildiği ilk kadın filozoftur. Aritmetik alanında 13 ciltlik bir yapıtı (şerhleri) vardır. Ünlü filozof ve matematikçi Theon’un (335-405) kızıdır.[Theon’un kızının yardımıyla matematikçi Euclid’in (MÖ 330-275) eserlerine şerh yazdığı söylenir.] Yeni-Plâtoncu okulların etkisinde olan Hypatia, Museion’da (Müze) konferanslar ve dersler verdi. Onun dinsiz ve büyücü olduğu söylentileri yayıldı ve halk (o dönem Hıristiyanlık-Yahudilerin işini bitirmiş-etkin din olmuştu) kışkırtıldı. 415(414?)yılında, Lent Bayramında(Büyük Perhiz) Okuyucu Petro’nun önderliğindeki Cyril’in keşişleri Hypatia’nın ders verdiği Museion’un önünde toplandılar. Arabasını durdurup giysilerini zorla çıkardılar. Onu bir kiliseye sokup sunağın başına götürdüler. Kadın onların her türlü suçlamasına yanıtlar veriyordu. Petro’nun darbesi işin başlangıcı oldu, yere yıkıldı ve diğer keşişler üstüne çullandılar. Taş ve kırık çömlek parçalarıyla öldürüldü. Cesedi sokaklarda sürüklendi, midye kabuklarıyla eti kemiklerinden sıyrıldı ve parçalanmış cesedi yakıldı.
İlk Hıristiyanlar Hypatia’ya “Sen bizim yasalarımıza karşı geldin,” demişlerdi. Kadın onların şiddetine felsefeyle yanıt veriyordu. Onlar saldırdıkça o felsefeye sarılıyor, felsefeyle yanıtlıyor, (Hıristiyan dogmacılığına karşı)kendi felsefesini ortaya koyuyordu. Ve etrafında toplanan gençlere “Siz bana faydacı, kaba cinsellik temelinde yaklaşıyorsunuz, ben bunu kabul edemem!” diyor. İşte kadın böyle söylediği için taşlarla linç ediliyordu. Hypatia’nın linç edilmesi, antik bilimlerin ve putperest (çoktanrılıcılık) felsefesinin sona erdiği dönemde yaşanmıştır. Hypatia’nın trajik sonu Yeni-Plâtonculuk okullarının da sonu anlamına gelir.[414(415?) yılından(Hypatia’nın ölümünden)tam 1500 yıl sonra (1914 yılında) bu kez Hıristiyan devletlerin başlattığı bir dünya savaşının olması oldukça ilginçtir.]
Hazreti Zeynep, Hazreti Ali ve Hazreti Fatma’nın kızıdır. Kocasının tüm baskı ve telkinlerine karşın Hazreti Hüseyin’i yalnız bırakmadı. Çocuklarıyla ona yoldaşlık etti. O günün koşullarında bir kadının kocasının sözünden çıkması olanaksız gibidir. Ama Zeynep iradesini ortaya koymuştur. Ve Kerbela katliamında(10 Ekim 680) Hüseyin’le birlikte katledilenler arsında Zeynep’in evlatları da vardır.
Kutsal ana kültüründen baba kültürüne (ataerkil) geçen kurnaz adam görkemli bir hayat yaşamıştır. Kurnaz adamın bugün ahlak olarak dayattığı aslında özgürlüğü gerektirir. Özgürlüğü olmayanın ahlakı olabilir mi? Kurnaz adamın yeryüzü devleti [asker-yönetici-rahip(din adamı) ittifakı] kadının biyolojik farklılığı ileri sürülerek evde bir “aile devleti” olarak sürmektedir. Aile, bir aile devleti olarak anlı şanlı uygarlımızın bir başarısıdır(!) Baba, kral olarak yöneticidir ve aynı zamanda başkomutandır. Erkek çocuklar, iktidar yönetiminin ortakları olarak babaya vekâlet ederler. Kız çocukları ve özellikle anne (erkek çocukları ve babaya hizmet eden) modern kölelerdir.[Modern dünyamızın geldiği uygarlık düzeyi, modernlik (modernite) budur.] Kocaya bağlılık (eve kapatılma, haremlik-selamlık uygulaması) namus adı altında din görevi görmektir. Cinsiyetçilik, ayrımcılık ve kadının modern köle edilmesine karşı Hypatia-Zeynep direnişleri aslında kadının vücudunun istismar aracı olarak kullanılmasına ve meta tutulmasına karşı yapılmışlardır.
---
bulent_tekin@turk.net
KENDİ KENDİNE YAZAN ÇOCUK
yiyorum.Bi adam geldi selamını verdi,biz avea için reklam filmi çekiceğiz dedi.3 saatlik falan burayı kiralayabilir miyiz dedi.500 lira verebiliriz dedi,bütçemiz düşük dedi.Adam tamam dedi pazar günü gelip çekersiniz dedi.Ben geçen gün avea nın reklamını gördüm,sadece 5 saniyelik bi bölüm için 500 liraverdiler be.
çünkü üşeniyorsun.Bana olmadı demeyin illaki olmuştur ya da olacaktır bence.
9 Mart 2010 Salı
Mehmet Çağçağ Çiziyor - RASATHANE
7 Mart 2010 Pazar
E-PAZAR -26- ÇARŞAF
Yorumsuzsunuz çünkü yorum sizsunuz...Saçmalamaya devam.
HAFTANIN FIKRASI
İkinci Dünya Savaşı sırasında İngiltere Başbakanı Churchill radyoda konuşma yapmaya gidiyormuş. Radyo evinin kapısına gelince, bindiği taksinin şoförüne sormuş: - Beni yarım saat bekleyebilir misin? Karanlıkta müşterisinin yüzünü seçemeyen şoför: - Özür dilerim, sör, ama başbakanın konuşmasını dinleyeceğim. Churchill yurttaşının bu ilgisinden pek hoşnut kalarak iki sterlin uzatmış. Şoför parayı aldıktan sonra yerlere eğilerek selam vermiş:S.kmişim Churchill'i, sizi bekliyorum, efendim.
HAFTANIN + BİLMEM KAÇI
5 Mart 2010 Cuma
Ercan Akyol Çiziyor
Nuri Kurtcebe Çizdi
4 Mart 2010 Perşembe
SEFER SELVİ ÇİZİYOR
BÜLENT TEKİN YAZIYOR
Bir askeri birlikte (Erdek) parola-işaret ilişkisi (çok duygusal bir ilişkiydi!) yaşandı. O gece bir nöbet kulübesinde nöbetçi askerle yaklaşan asker arasında şöyle bir mizansen yaşanmış olmalı. Bir asker: “Adi!” Karşısındaki asker: “Başbakan!” O gece “Adi Başbakan!” sloganı bolca garip askerlerimize söyletilmiş olmalı. Çocukça bir tavır. Belki bir çocuğun dahi yapmayacağı bir şey. Ama yine de başka türlü mizansenler de olabilirdi. Bir asker: “Pezevenk!” Diğer bir asker: “Babandır!” Allah bizi korumuş.
AKP’nin Erzurum-Erzincan mahkemeleri meydan savaşıyla birlikte yürüttüğü Balyoz Darbe Planı operasyonu-siyasi partiler ve medyaca-ne yazık ki güçler savaşı olarak sunuldu. Artık darbe yapamayan ordunun en üst komutanlarının (Genelkurmay Başkanı ve Kuvvet Komutanlarının) istifa edeceği yalanı servis edildi. Cumhurbaşkanının Genelkurmay Başkanı ve Başbakanla yaptığı üçlü toplantının (bence çok lezzetli bir yemek yediler) ardından bu kez gözaltına alınan eski kuvvet ve ordu komutanlarının serbest bırakıldığını gördük. Kimse istifa etmedi. Her şey tıkırında aslında. Ama bize kıran kırana bir savaş varmış gibi gösteriliyor. Ilımlı (Amerikancı) İslamcı bir hükümetle, yaptığı darbelerle dünyada şampiyon olmuş bir ordu arasında gerçekten bir iktidar savaşı var mıdır? Deniz Gezmiş’leri ve daha birçok genci sallandırmış bir orduyla cemaat-tarikat tekel’lerini temsil eden AKP arasında nasıl bir savaş olabilir? Yoksa bir illüzyonla bize gösterilen resim aslında ordu-hükümet çatışmasından çok bir pazarlık mıdır? Sözde gelişmekte olan (değişim gösteren) demokrasimizde yeni yönetim alanlarını (paylaşım) belirlemek midir?
Gerçekten MTTB yöneticiliği yapmış Abdullah Gül, Tayyip Erdoğan, Cemil Çiçek ve yandaşları Avrupa’daki sosyal demokratlardan dahi daha demokrat olabilirler mi? Bir insanı sadece ağzından çıkan lafa göre değerlendirebilir miyiz? (Tiyatro oyuncuları rollerine göre her türlü lafı söylerler.) Yakınlarda (Mardin’de) Memur-Sen’in düzenlediği bir konferansa gittim. (Altan Tan konuşacaktı.) Memur-Sen ve Eğitim Bir Sen yöneticilerinin konuşmalarını dinledik ilk. 68 ruhuyla konuşuyorlardı. Sanki Deniz Gezmiş konuşuyordu. Adalet, eşitlik, kardeşlik, özgürlük bağlamında öyle sol’da ve insan haklarıcı konuştular ki kendimden utandım. Kendimden ve dünya görüşümden şüphe duydum. Diyeceğim şu: Bugün ülkemizde herkes 68’li olmuş. Asker, tekel’ci, komprador, yazar, şeriatçı, faşist, sağcı, şarkıcı, dansöz, mafya! Hangisi konuşsa 68 ruhuyla konuşuyor, inanalım mı? (Ama bu arada yurttaşlara “Sizi fişliyoruz, sıra bizde!” ve “Kanınız bozuk!” diyen iki AKP’li milletvekili adeta mızıkçılık yapıyorlar. AKP de onları disipline veriyor.)
Tv ve gazetelerde bolca boy gösteren yazarların demokratlığına bugün gerçekten inanacak mıyız? Ya da laftan başka bizi inandıracak ne kanıtları oldu? Tayyip Erdoğan, Abdullah Gül dâhil, İslamcı politikacı ve yazarlar gerçekten geçmişlerini inkâr mı ediyorlar? Bu yazımı bugün anti militarist, demokrat geçinen yazar Nazlı Ilıcak’ın eski yazılarıyla sonlandırmak istiyorum: “Türkiye’de demokrasi, demagoji ve anarşiye dönüşmüştür. Otorite ve hürriyet arasındaki denge birincisi aleyhine bozulmuş, bir otorite boşluğu doğmuştu. Türk Silahlı Kuvvetleri, bu boşluğu doldurdu.(…) Hürriyet halk için değil, aydınlar için lüzumludur, belki kulağa hoş gelmeyen ama gerçeği aksettiren bir sözdür. Parlamentonun feshi ve demokrasinin bir süre askıya alınması, mutlaka geniş halk kitlelerini fazla etkilememiştir.(14 Eylül 1980, Tercüman)” “12 Eylül’ün gerekçesi haklıdır; 12 Eylül terörden bezen halkın meşru müdafaaya geçtiği gündür.(17 Ekim 1980, Tercüman)” “13 ilde sıkıyönetim yürürlüğe girdi. Huzura susamış milletimiz yürekten sesleniyor: Merhaba Asker.(17 Aralık 1978, tercüman)”
---
bulent_tekin@turk.net
---