4 Mart 2010 Perşembe

BÜLENT TEKİN YAZIYOR

UTANCIN FİYASKOSU
Bir askeri birlikte (Erdek) parola-işaret ilişkisi (çok duygusal bir ilişkiydi!) yaşandı. O gece bir nöbet kulübesinde nöbetçi askerle yaklaşan asker arasında şöyle bir mizansen yaşanmış olmalı. Bir asker: “Adi!” Karşısındaki asker: “Başbakan!” O gece “Adi Başbakan!” sloganı bolca garip askerlerimize söyletilmiş olmalı. Çocukça bir tavır. Belki bir çocuğun dahi yapmayacağı bir şey. Ama yine de başka türlü mizansenler de olabilirdi. Bir asker: “Pezevenk!” Diğer bir asker: “Babandır!” Allah bizi korumuş.

AKP’nin Erzurum-Erzincan mahkemeleri meydan savaşıyla birlikte yürüttüğü Balyoz Darbe Planı operasyonu-siyasi partiler ve medyaca-ne yazık ki güçler savaşı olarak sunuldu. Artık darbe yapamayan ordunun en üst komutanlarının (Genelkurmay Başkanı ve Kuvvet Komutanlarının) istifa edeceği yalanı servis edildi. Cumhurbaşkanının Genelkurmay Başkanı ve Başbakanla yaptığı üçlü toplantının (bence çok lezzetli bir yemek yediler) ardından bu kez gözaltına alınan eski kuvvet ve ordu komutanlarının serbest bırakıldığını gördük. Kimse istifa etmedi. Her şey tıkırında aslında. Ama bize kıran kırana bir savaş varmış gibi gösteriliyor. Ilımlı (Amerikancı) İslamcı bir hükümetle, yaptığı darbelerle dünyada şampiyon olmuş bir ordu arasında gerçekten bir iktidar savaşı var mıdır? Deniz Gezmiş’leri ve daha birçok genci sallandırmış bir orduyla cemaat-tarikat tekel’lerini temsil eden AKP arasında nasıl bir savaş olabilir? Yoksa bir illüzyonla bize gösterilen resim aslında ordu-hükümet çatışmasından çok bir pazarlık mıdır? Sözde gelişmekte olan (değişim gösteren) demokrasimizde yeni yönetim alanlarını (paylaşım) belirlemek midir?

Gerçekten MTTB yöneticiliği yapmış Abdullah Gül, Tayyip Erdoğan, Cemil Çiçek ve yandaşları Avrupa’daki sosyal demokratlardan dahi daha demokrat olabilirler mi? Bir insanı sadece ağzından çıkan lafa göre değerlendirebilir miyiz? (Tiyatro oyuncuları rollerine göre her türlü lafı söylerler.) Yakınlarda (Mardin’de) Memur-Sen’in düzenlediği bir konferansa gittim. (Altan Tan konuşacaktı.) Memur-Sen ve Eğitim Bir Sen yöneticilerinin konuşmalarını dinledik ilk. 68 ruhuyla konuşuyorlardı. Sanki Deniz Gezmiş konuşuyordu. Adalet, eşitlik, kardeşlik, özgürlük bağlamında öyle sol’da ve insan haklarıcı konuştular ki kendimden utandım. Kendimden ve dünya görüşümden şüphe duydum. Diyeceğim şu: Bugün ülkemizde herkes 68’li olmuş. Asker, tekel’ci, komprador, yazar, şeriatçı, faşist, sağcı, şarkıcı, dansöz, mafya! Hangisi konuşsa 68 ruhuyla konuşuyor, inanalım mı? (Ama bu arada yurttaşlara “Sizi fişliyoruz, sıra bizde!” ve “Kanınız bozuk!” diyen iki AKP’li milletvekili adeta mızıkçılık yapıyorlar. AKP de onları disipline veriyor.)

Tv ve gazetelerde bolca boy gösteren yazarların demokratlığına bugün gerçekten inanacak mıyız? Ya da laftan başka bizi inandıracak ne kanıtları oldu? Tayyip Erdoğan, Abdullah Gül dâhil, İslamcı politikacı ve yazarlar gerçekten geçmişlerini inkâr mı ediyorlar? Bu yazımı bugün anti militarist, demokrat geçinen yazar Nazlı Ilıcak’ın eski yazılarıyla sonlandırmak istiyorum: “Türkiye’de demokrasi, demagoji ve anarşiye dönüşmüştür. Otorite ve hürriyet arasındaki denge birincisi aleyhine bozulmuş, bir otorite boşluğu doğmuştu. Türk Silahlı Kuvvetleri, bu boşluğu doldurdu.(…) Hürriyet halk için değil, aydınlar için lüzumludur, belki kulağa hoş gelmeyen ama gerçeği aksettiren bir sözdür. Parlamentonun feshi ve demokrasinin bir süre askıya alınması, mutlaka geniş halk kitlelerini fazla etkilememiştir.(14 Eylül 1980, Tercüman)” “12 Eylül’ün gerekçesi haklıdır; 12 Eylül terörden bezen halkın meşru müdafaaya geçtiği gündür.(17 Ekim 1980, Tercüman)” “13 ilde sıkıyönetim yürürlüğe girdi. Huzura susamış milletimiz yürekten sesleniyor: Merhaba Asker.(17 Aralık 1978, tercüman)”

---
bulent_tekin@turk.net
---