31 Mayıs 2010 Pazartesi
30 Mayıs 2010 Pazar
28 Mayıs 2010 Cuma
27 Mayıs 2010 Perşembe
Bülent Tekin Yazıyor
Dinci, faşist, liberal veya her tipten burjuvaların devasa servetlerinin kökeni sayısız dolandırıcılıklara dayanır. Düşünün bir; bir bakanın, başbakanın yaptığı sayısız dolandırıcılıkların görülmemesi ve-bizleri çocuksu düşüncelerle kandırarak-ahlaki ilkelere saygı duyan hükümetin varlığı! Buna karşın bizim tavrımız ne: Maalesef küçük bir akıl, unutma ve büyük mal edinme sevdası! Her yoldan büyük bir yükselme hırsı! Az utanma, büyük yoksulluk-yoksunluk ve hesap soramama iradesi. Çünkü çok kötü alışkanlıklarımız var!
Baykal’ın kaset skandalından sonra Kılıçdaroğlu’lu bir CHP’ye umut bağlayan bir Türkiye’den söz ediyorum. İslami faşist bir Baasvari partinin diktatörlüğünden korkan medyanın ve belki ABD’nin refleksidir dediğim. Oysa İslam asla faşist değildir! Son din olarak da bir daha insanla Allah’ın arasına aracı (peygamber) gelmeyeceğini deklere ettiği için de toplum bilimince devrimci görülebileceğini de söyleyebilirim. CHP, MHP, AKP gibi partiler ayrı partiler gibi görülseler de aslında hepsi aynı “devlet partisi”nin farklı versiyonlarıdır. Sistem ve devlet biçimi aynı olduğu sürece ne Kılıçdaroğlu ne Erdoğan ne de başka bir soyadı ezilenlerin, kimsesizlerin, çarıksızların umudu olamaz. Olsa olsa hepsi tekelci finans devletine yani tekel’e hizmet ederler.
Stendhal’ın (1783-1842) “Parma Manastırı” adlı romanında Napolyon fanatiği bir İtalyan gencinin savaş meydanında [Waterloo Savaşı (18 Haziran 1815)] erzakçı kadınla yaptığı bir diyalog hatırıma geldi: Askerler, kahramanımızı (Fabricio’yu) şaşırtan bir kargaşalık içinde, o yana, bu yana koşuyorlardı. Erzakçı kadına: “Ne oluyor, yahu?” diye sordu. “Bir şey yok… Yani kısacası yandık, yavrum! Prusya süvarileri bizimkileri kılıçtan geçiriyorlar, hepsi bu.” Bu küçük diyalog, içinde bulunduğumuz durumu çok andırıyor. Fransız olmadığı halde Napolyon sempatizanı bir İtalyan’ın Fransız savaşında işi ne? Bizlerin de birer komprador burjuvazi olmadığımız çok açıkken oligarşik devletin partilerine oy vererek modern köleliğimizi sürdürmemiz oldukça anlaşılmazdır. Zonguldak’ta yerin 540 metre altında çalışmak zorunda kalan, kömür kazarken göçük altında kalan 30 insanın cesedini “kurnaz adam” sistemi kadavradan saymıyor mu? Sistem tıpkı Prusya askerleri gibi bizi doğrarken biz ona gülücüklerimizi yolluyoruz. Ne acı, ne tuhaf; değil mi ha?
Türklerin ve Kürtlerin yurttaşlık haklarını doğrayan oligarşik sistemden onları kurtaracak Kılıçdaroğlular, Erdoğanlar, Bahçeliler, Baykallar olamaz! Yasadışı işler yapan bir astsubayına “İyi çocuktur!” diyen genelkurmay başkanları; çocuklarını Amerikalarda yaşatıp onlara bedelli askerlik yaptıran başbakanları; 12 yaşındaki çocuğunu milyoner ticaret adamı yapan cumhurbaşkanları olan ülkelerin özgür(?!) yurttaşları çok mutlu insanlar olmalılar. İşte o özgür insanlar o yöneticilerine şöyle seslenirler: “Daha ileri gidin, hem bana, hem devletime hükmedin, efendim olun!” Ne tuhaf (bir aşk), değil mi?
bulent_tekin@turk.net
26 Mayıs 2010 Çarşamba
Osman Turhan Çiziyor - Yoldaş Medya
25 Mayıs 2010 Salı
24 Mayıs 2010 Pazartesi
PENGUEN DERGİSİ - 3. KÖPRÜYE HAYIR
23 Mayıs 2010 Pazar
MANŞET ÜSTÜ - VAKİT GAZETESİ (?)(!)..
---
VAKİT GAZETESİ HAKKINDA NELER NELER?
İmam Cevdet:
boşu boşuna ağaç kaybıdır.Amma velakin işte,öyle.
Boyacı Hasan Usta:
süper bir gazete. özellikle ağır boya işlerimde bana çok yardımı dokanıyor. üstün kağıt dokusuyla yere boya damlatmamamı ve titiz ev sahibelerinden fırça yemememi sağlıyor.
Çekirdekçi sellami:
şimdilerde satışlar eskisi gibi değil. poşette satılan ürünler revaçta. janjanlı poşetlerde satılan çekirdek de bunlardan biri. halbuki eskiden öyle miydi? kalitesiz gazeteleri külah yapıp, bunların içine çekirdeği doldurarak satardık. işte bu geleneğin son temsilcilerinden biri de benim. önce bu harikulade dayanıklı gazeteyi külah yapıyorum, sonra ise çekirdekleri içine koyarak geçimimi sağlamaya çalışıyorum.
Ev Taşıyan Nesrin Yenge:
mukavemeti yüksek gazete. evi taşımak bir dert. hele hele kırılacak eşyaları kutularken oldukça zorlanıyorsunuz. zira kırılacak eşyaları kutuya bodoslama yerleştirmek büyük bir risk. işte ben de risk almamak için, kırılacak eşyalarımı kutuya yerleştirmeden önce özenle bu gazeteye sarıyorum. ve kırılacak eşyalarımı gönül rahatlığıyla kutuma yerleştiriyorum.
İffet'in Kasap Babası:
kızımın resmini bir bulvar gazetesinde görüp felç geçirdikten sonra, etleri müşterilerime bu mikemmel gazeteye sararak vermeye başladım. inanır mısınız gazetede adaba mugayir hiçbir şey yok. ayrıyetten, sakallı ve badem bıyıklı müşterilerim de bundan çok memnun.
Şarapçı Dilipak:
a.goyim varya şarabı sımsiki sarıyor kitapsızım yaaa başka gasta bilmem ben alayına vakit akit nakit ya bi sktir git hıck hıck hık..
E-MİZAH-EKŞİ SÖZLÜK
22 Mayıs 2010 Cumartesi
MEHMET ÇAĞÇAĞ ÇİZİYOR
"Hepinize teşekkür ediyorum. Çok ağır bir görevi üstlendiğimin bilincindeyim. Mustafa Kemal'in, Bülent Ecevit'in, İnönü'nün, Baykal'ın koltuğuna oturacağım. Bu koltugun sorumluluğunu biliyorum. Bu koltuğa oturanlar halkı için çalıştı, kendisi için değil. Bunu yapacağız.
Bir önemli konu daha var, görevimiz asıl şimdi başlıyor. Mücadeleyi ülkenin her tarafına götüreceğiz, çalışacağız. Bana düşen sorumluluğun bir parçası da size düşüyor. Hep beraber mücadeleyi yapmak zorundayız. Beraber yola çıkmak zorundayız. İktidar koşusunun asıl aslanları, kaplanları sizlersiniz.
Çalışacağız. Ben değil biz çalışacağız, biz üreteceğiz, biz koşacağız. O koşuda başarılı olacağımıza inanıyorum. En büyük arzum, CHP'yi iktidar yapmaktır. Artık çağdaş normların olduğu, güzelliklerin yaşandığı, barışın olduğu, herkesin karnının doyduğu bir ülkeyi istiyoruz. Bu, yurttaşların ortak talebidir. Bizim de görevimiz bu talebi gerçekleştirmektir.
Eğer bu mücadeleyi sağlıklı götürürsek, halkla kaynaşırsak, halkın terinin kokusunu bedenimizde ruhumuzda hissedersek çözemeyeceğimiz hiçbir anahtar yoktur. Ben bana yüklediğiniz görevin bilincinde ve sorumluluğunda olarak hepinize teşekkür ediyorum, sağolun varolun diyorum."
21 Mayıs 2010 Cuma
BU KADERİ SİZ YAZDINIZ - BİRGÜN
MADENLERİ PİYASALAŞTIRAN,
ÖNLEM ALMAYAN,
BİR DE KADERDEN BAHSEDENLER:
BU KADERİ SİZ YAZDINIZ
20 Mayıs 2010 Perşembe
İ.BÜLENT ÇELİK ÇİZDİ
Bülent Tekin Yazıyor
CHP lideri Deniz Baykal’ın özel yaşamı ile ilgili görüntülerin getirdiği istifa ve olayı bu ülkede herkes konuştu. Toplumsal doğanın kabul etmediği yasak ilişkileri salt politikacı, yazar, artist, şarkıcı, bürokrat gibilerinin değil tüm insanların yaşamamaları gerektiğini düşünürüm. Kutsal dinler bunu Şeytan’ın ayartması olarak açıklarlar. İnsanların dünyanın doğallığına ve farklılıklarına insan, hayvan, bitkiyi de kapsayacak şekilde tam bir saygıyla (ekolojiyle) bakması gerekir. Kadın, erkek, ırk, sınıf, din, kültür, dil, yoksul, zengin gibi tüm farklılıkları eşit bir yaşam ortamına sunmak önemlidir. Zaten kutsal dinlerin anlattığı ahlak da bu değil midir? Dinlerin toplumsal ahlakın oluşturulmasında önemli rolü olmuştur. Ahlakın olmadığı bir dünyada insanlar ancak sapkın, şehvetli ve acımasız birer hayvan olabilirler(di).
Türkiye’de gerçeğin ne olduğuna gelirsek, “kurnaz adam” düzeni (tekelci finans kapital) tekelci devletin insan haklarının ihlaline dayanan ciddi bir kirliliğidir. Kimsesizlerin ve sahipsizlerin asla siyaset yapamadığı ama tam bir demokrasi varmış gibi sunulan düzenin de aslında birbirinden (kökende) farklı olmayan benzer siyasi partileri-bunlar özünde birer devlet partisidir-beslediğidir. Faşistinden İslamcısına hangi burjuva politikacısı-kim kimden?-daha ahlaklıdır? Kötülükleri işlerken karanlıkları seçmek-görünmemeyi becermek-günahı ortadan kaldırır mı? Suç ve günah işlerken kasete alınmamayı başaranlar daha mı temizdir(ler)? Dinleme ve görüntü kasetleri, siyasi şantaj, tehdit, kasetlerin gizli eller(!) tarafından servisi-çok şükür garibanların böyle bir sorunu yok demek isterdim ama fatura onlara kesiliyor-kurnaz adam düzeninde siyasetin hangi ilkeler üzerinden yapıldığını göstermesi açısından oldukça ilginçtir. Bu vahşi düzenin işleyişi özel hayatın gizliliğini, siyasetin fikirler arasındaki rekabetle yürütülmesi söylemlerini nasıl boşa çıkardığını ve modern kölenin (yurttaşın) en üst temsilcileri tarafından nasıl bir karakterle düşünüldüğünü göstermesi açısından önemlidir. Buradan alacağımız bir ders olmalıdır!
Deniz Baykal olayına gelince: Ona bu komployu (kasete çekmeyi) yapan derin devlettir. “Ergenekon’u, orduyu filan çok iyi savunamadın. AKP bizi mahvetti. Seçim de kazanamıyorsun.” demiş olmalılar. İpin böyle çekildiğini düşünüyorum. Bu iş Silivri’ye kadar da gider. Bu operasyonun yurtdışı bağlantıları yok mudur? Elbette vardır. Bu güçle karşıt gücün (her ikisinin iç ve dış destekçilerinin) mücadelesi vardır. Ve tuhaftır ki bu olayda devletin erkeğin küçük bir ailesi olarak inşa edildiğini de gördük. İstismar, saldırı, tecavüz karakterinin bu aile devletinde hep var olacağını da görüyoruz. Toplumun politik ve ahlaki dokusunu paramparça etmekle yarışıyoruz adeta!
--
bulent_tekin@turk.net
--
19 Mayıs 2010 Çarşamba
YİĞİT MUHTAÇ OLMUŞ KURU SOĞANA!
E-MİZAH TEŞEKKÜR EDİYOR...
18 Mayıs 2010 Salı
E-MİZAH 1 YAŞINDA
19 Mayıs 2009 tarihinde mizah severlerin hizmetine açılan; e-mizah.blogspot.com adlı bloğumuz, gurur dolu 1. yılını geride bırakmıştır.Çok büyük başarılara imza atmamış olsak da bizde sanal dünyada bölgesel etki yattığımızı düşünüyoruz.
Formatıyla yepyeni...İçeriğiyle yepyeni...Her şeyiyle yepyeni...
Özetle;
Bu yeniliğin, değişimin iki ayağı vardı:
Teknolojide; devrimci
Yayın çizgisi ve içeriğiyle; bağımsız ve özgür
E-MİZAH
17 Mayıs 2010 Pazartesi
Ercan Akyol Çiziyor
CHP Grup Başkanvekili Kemal Kılıçdaroğlu, partisinin genel merkezinde basın toplantısı düzenledi.
Kılıçdaroğlu şunları söyledi:
"Deniz Baykal'ın istifa etmesinden bu yana bir haftayı aşan süre geçti. Partimizin adaysız olması düşünülemez. Tüm CHP'lilerin sorumluluk içerisinde düşünmesi gerekir. Yolsuzluk yapanlardan hesap sormalıyız. Halka umut vermeliyiz. Halkımızın oylarıyla iktidara gelmek için hazırlıkları başlatmalıyız. Seçmeni ve örgütüyüle halkımızın desteğiyle CHP'nin genel başkanlığına aday olacağımı duyuruyorum. Herkesi parti sorumluluğu ile davranmaya davet ediyorum. Bu anlayışla grup başkanvekilliğinden istifa ediyorum.
Sayın Baykal'la yeni bir görüşme yapmadım. Parti bilinci, sorumluluğu içerisinde sadece Sayın Sav'ın değil bütün CHP'lilerin destek vereceğini düşünüyorum.
Sayın Baykal ile bir kırgınlık küskünlük söz konusu değil. Tavrımı açıkladım, aday olacağım."
15 Mayıs 2010 Cumartesi
SEFER SELVİ ÇİZİYOR
13 Mayıs 2010 Perşembe
13 Mayıs 2010 Perşembe
Bülent Tekin Yazıyor
Eskiden eşeğe ters bindirme cezası vardı. Hırsızlık ya da yolsuzluk yapanlar eşeğe ters bindirilir ve hatta yüzleri siyaha da boyanırdı. Derler ki valiler (o dönemin yöneticileri) hırsızlık, talan, soygun, yolsuzluk gibi suçlara bulaşanları-buna şehir meclisinin seçkin üyeleri de dâhil-yüzlerini siyaha boyatıp, eşeğe ters bindirerek şehirde dolaştırırdı. Böylece rezil rüsva edilen seçkin insan sokağa çıkamaz ve meslek hayatı biterdi. AB’ye girmeye çalıştığımız bu yollarda modern hukukla filan uğraşacağımıza bu tip hukukları bulup getirmek bize daha çok yakışır(dı)! Biz ne anlarız ayıp, günah, haram, insan hakları, adalet, hak, hukuktan? Bizi eşeğe ters bindirip gezdirin, belki de kendimizi-nostaljik(!)-bir turistik gezide sanırız, değil mi ya(!)
Geçen gün Rıdvan, “Abi, nedir bu eşeğe ters bindirme hikâyesi?” dedi. “Ne yapacaksın Rıdvan?” dedim. “Belki Gırgır’da hikâye ederiz!” diye yanıtladı. Dinle dedim o halde: “Eskiden Musul’da devlet kaynaklı bir yolsuzluk çetesi oluştu. Çetenin lideri-şehir meclisinin üyesi de olan-Hacı Ahmet adında biridir. Bu ekâbire babası daha önce sabun sattığı için Sabuncu Paşa-demek paşa da yapılmış!-derlerdi. Tüm komşularının topraklarını istediği fiyata satmalarını zorlayarak da büyük bir mülk sahibi olmuştu. Zaten toprağını satmayanları bir yolunu bularak (yargıçlara bahşiş vererek) hapishaneye attırmayı bulmuştu. Bu kodamanın hayatının-tıpkı bizim zenginlerimiz, siyasetçilerimiz gibi-inişli çıkışlı dönemleri olmuştu. Halkın parsını cebine atmayı düşünen vali-kendisine ayırmayı düşündüğü-bazı fonlara Sabuncu Paşa’nın el koyduğunu fark edince deli divaneye döndü. Bu şöhretli meclis üyesi eşeğe ters bindirildi-üstelik yüzü de siyaha boyandı-ve şehirde dolaştırıldı. Vali öyle çok kızmıştı ki-çünkü paracıkları tırtıklanmıştı-Sabuncu Paşa’ya kallavi bir darbe daha vurdu. Şehir turundan sonra (Sen benle dalga geç Rıdvan!) Paşa geceyi geçirmek üzere (Sakın benden beş yıldızlı otel bekleme Rıdvan!) Hükümet Sarayı’nın lağım çukuruna konuldu. Böylesi bir ceza en kral adamın mesleğini, geleceğini bitirirdi ama Sabuncu’nun bazı alışılmadık yetenekleri vardı ve çok geçmeden hile-rüşvet onu yeniden bir numara yaptı.”
Türkiye’deki “kurnaz adam” düzeni hukuk uygulamaları, anayasa-yasa düzenlemeleri kamunun parasını, malını devlet desteğiyle ele geçirenlere hesap soramamıştır. Bu yolsuzluk, hırsızlık, kayırmacılık serbestîsi ırkçılık, dincilik bağlamlarında da sorgulanmamıştır. Eşeğe ters bindirmeler olmadığı gibi, hırsızlar, faşistler ve zorbalar garibanları (ezilenleri) eşeğe ters bindirmeye çalışmışlardır. Rezil edilenler garip yoksullar ve kimsesizlerdir. Hafızanızı bir yoklayın; Cemaller, Celaller, Kenanlar, Tayyipler, Abdullahlar, Bülentler, Tansular, Mesutlar, İlkerler, Turgutlar, Aliler, Veliler, Alpaslanlar, Necmettinler, Süleymanlar, Osmanlar, Ağalar, Beyler hiç eşeğe ters bindirildiler mi? (Bakın kendi adımı da yazdım. Kimse bu isimlerden başka çıkarımlar çıkarmasın!) Başbakan Tayyip Erdoğan ve mizah ustası Aziz Nesin’den esinlenmeyle (veya uyarlamayla) bir cümle de biz diyelim: Ey yavrucuklar! Eşeğe ters bindirmede muhtaç olduğun kudret ırkçı, dinci, faşist, kurnaz kafanda mevcuttur!
---
12 Mayıs 2010 Çarşamba
MİZAHHABER OFSAYTI GÖRMEDİ!
Deniz Baykal, 10 Mayıs 2010 tarihinde, internet yoluyla gündeme gelen gizli kamera görüntüleri nedeniyle genel başkanlık görevinden istifa ettiğini açıkladı.
MİZAHHABER adlı blog sitesi, gündemi yakından takip ettiğini; bas bas bağırarak kanıtlama çabasına girmiş olan bir blogdur.
Hani nerde?
Nerde kaset olayı?
Nerde istifa haberi?
Nerde?
Bağır bağır bağırıyoruz,
sizi tarafsız ve bağımsız olmaya çağırıyoruz.
---
VARAN 2
Bize gelen bir mail(sadece bir kısmı):
...
Ben MİZAHHABER görevlilerine mail atıyorum afedersiniz ama bizi s.kleyen yok.Görende Google'un çalışanları, bu bloğu hazırlıyor sanacak.Üç beş çapulcu bize cevap yazma teşebbüsünde bulunamıyor.
~~~
E-MİZAH
11 Mayıs 2010 Salı
...VE BAYKAL GiTTi
AKP’Yİ HEDEFE KOYDU
Baykal kürsüye geldiğinde gerginliği yüzünden okunuyordu. Lafı hiç uzatmadan direkt konuya girdi. Konuşmasının başından sonuna bunun bir AKP komplosu olduğunun altını çizdi.Ve en sonunda da “Bunun bir bedeli varsa, bu da CHP genel başkanlığından ayrılmaksa bunu yapıyorum. Bu kaçmak anlamına gelmez. Tam tersine bu bir meydan okumadır. Bu anlayışla bugün CHP genel başkanlığından istifa ediyorum” dedi.
GÜLEN’E MESAJ
Baykal’ın en ilginç sözleri ise ABD’ye yaptığı göndermeydi. “Pensilvanya’dan aldığım mesajların samimiyetine inanıyorum” diyerek bu komployu Fethullah Gülen’in yaptığına inanmadığının altını çizdi. Ardından bütün sorumluluğun AKP iktidarına ait olduğunu dile getirdi. Baykal’ın dikkat çekici bir başka açıklaması ise “Partinin önünü tıkıyor” diyenlere oldu: “Önünüz açıldı” imasında bulundu. Baykal kasetin gerçek olup almadığına dair bir açıklama yapmadı.
BU BİR KOMPLODUR
Baykal şöyle konuştu:Günlerdir beklenen değerlendirmemi ve kararımı açıklıyorum. Bu bir kaset olayı değildir. Bir komplodur. Komplo hukuk dışı ahlak dışı bir tertip demektir. Bir komplo yaparken, insanların en korunaksız görüntülerini alırsınız kesersiniz biçersiniz montaj yaparsınız çarpıtırsınız. Duvarlara gizli kameralar yerleştirirsiniz. Haneye tecavüz edersiniz. Bunu siyaset yapmak için düzenlemişlerdir. Ahlaklarına vicdanlarına uygun bir siyaset.
İKTİDAR GÜCÜ OLMADAN YAPILAMAZ: Yıllardır bekletilen bir kaset yoktur. Bir komplo imal edilmiştir. Taze iki haftalık bir komplo vardır. Komplo tezgahı malzemeleriyle çekimleriyle günceldir. İktidar gücü seferber edilmeden, muhalefet başkanına karşı bu kadar fütursuzca yapılması mümkün değildir. İktidar zirvesinin bilgisi ve onayı olmadan son iki hafta içinde hazırlanıp piyasaya sürülmesi söz konusu bile olamaz.
AYIPLAR GİBİ YAPANLAR KOMPLOYU YAPANLARDIR:
Ana muhalefet liderine yönelik bu kadar kaba ahlaksızlık, bugünlerde iktidarın onayı olmadan gerçekleştirilemez. Komployu ayıplar gibi yapanlar, aslında bizzat ayıbı işleyenlerdir.
FETHULLAH GÜLEN’E GÖNDERME:
Ama ABD’den Pensilvanya’dan aldığım mesajlara da inanıyorum. O mesajların samimiyetine inanıyorum.
BANA DA BİR GÖREV DÜŞÜYOR:
Bu tablo karşısında bana da bir görev düştüğünün farkındayım. Bu hukuksuz ve ahlaksız komplo nedeniyle kimsenin beni sorgulamasına izin vermeyeceğim. Bunun bir bedeli varsa, bu da CHP genel başkanlığından ayrılmaksa bunu yapacağım.
MEYDAN OKUYORUM, İSTİFA EDİYORUM:
Bu kaçmak anlamına gelmez. Tam tersine bu bir meydan okumadır. Bu anlayışla bugün genel başkanlıktan istifa ediyorum . Ben herkese hakkımı helal ediyorum. Umarım siz de helal edersiniz.
CHP İÇİNE VE DIŞINA MESAJ:
Bu komplonun hedefi sadece ben değilim, aynı zamanda CHP’dir. CHP de bu kirli tezgahlar karşısında yolunu seçmek zorundadır. Bu Türkiye siyasetini ve CHP’yi yeniden tanzim etmek isteyenlere imkan tanıyacak. Hem de CHP’ye bu komplo ile hesaplaşma fırsatı verecektir.
EVRENSEL
E-MİZAH
10 Mayıs 2010 Pazartesi
Çağsama -1- (Yeni)
---
Çağsama?
Arkana bak!
Geride neler bıraktık neler...
Hatırlamaya çalış,
her şeyi; her şeyiyle...
UNUTTUN MU?
Tabii ki de :)))
Devam edecek...
9 Mayıs 2010 Pazar
Anneler Günü... - E-MİZAH
İ.BÜLENT ÇELİK - VİDEO OLAYI
8 Mayıs 2010 Cumartesi
Deniz Baykal - Nesrin Baytok ''Dört Dörtlük Rezalet''
6 Mayıs 2010 Perşembe
Latif Demirci - TBMM sit-com
Bülent Tekin Yazıyor
Anayasa’nın bazı maddelerinin değiştirilme çabalarının yaşandığı bu günlerde biraz hukuktan söz etmek istiyorum. Bu ülkedeki hukuk kimin hukuku, bir yoksulla bir fabrikatörün birlikte(ki) hukuku mu? Bu hukuk, Tayyip Erdoğan, Abdullah Gül, Deniz Baykal, Devlet Bahçeli’ye uygulandığı gibi Yozgatlı garip bir sokak simitçisine ve Diyarbakırlı bir ayakkabı boyacısına eşit uygulanan hukuk mu(dur) acaba? Biliyorum, yine benden biraz kara çalma bekliyorsunuz ama bu kez yanıldınız: Biraz bilimsel takılmak istiyorum, ekâbirlerle ne davam olabilir(!?) Ama en önemlisi, bu topraklar-barbar ya da insani-nasıl bir hukuka lâyık görülebilir?
Bize tarih kitaplarında en kadim yasaların Babil Kralı Hammurabi (MÖ 1750) tarafından yapıldığı öğretilir(di). Daha çok kutsal kitapların da uyguladığı kısasa kısas tipi yasalardır. Bugün için çok korkunç görünse de bu yasalar insan haklarının bugüne gelmesinde önemli bir yer tutmuştur. En azından o günkü şartlarda kendine özgü adaleti uygulamayı hedeflemiştir. Bu topraklardan ve bu toprakların büyüsünden bahsediyorsak eğer, Hammurabi’den önce de bazı yasaların ve adaletin varlığını söyleyebiliriz.
Hammurabi’den 150 yıl önce Kral Lipit-İştar’ın da sayısı belli olmayan bir yasası olduğunu öğrendik. Hepsi bu kadar değil! Kral Lipit-İştar’dan 70 yıl önce yaşamış Bilalama adlı bir kralın yasaları da vardı. Yetmedi, Hammurabi’den 300 yıl önce yaşamış Kral Ur-Nammu (MÖ 2050) yasaları da bugün biliniyor. Kim bilir, daha hangi öncel yasalar bulunacak. Bu kadim toprakların doğurganlığı çok fazla!
Ur-Nammu yasaları girişinde (bugün bu girişe meclislerde yasa gerekçesi derler ya?) şunlar anlatılır: Dünya yaratılıp, Sümer ülkesi ve Ur kentinin yazgıları belirlendikten sonra Sümer panteonunun iki baştanrısı An (gök tanrısı) ve Enlil (hava tanrısı) ay tanrısı Nanna’yı Ur’a kral atadılar. O da Sümer ve Ur’u yönetmek üzere Ur-Nammu’yu (bir insanı) kral atadı.[Dinlerin insanlar tarafından kullanılıp Tanrı’nın gölgesi (temsilcisi) olma yolu bu şekilde başlamış olabilir.] Ur-Nammu önce güvenlik ve politik konularını çözdü. Düşman Lagaş kent devletinin sınırına yaklaşımını durdurmak için Lagaş’la savaştı, kralını (Namhani’yi) öldürdü. Tabii tüm bunlar tanrı Nanna’nın yardımıyla oldu.
Anlatmaya devam edelim: Artık sıra içişlere geldi. Ur-Nammu toplumsal ve ahlaksal reformlar (yasalar) yaptı. Yurttaşların öküzünü, koyununu, eşeğini, yani malını mülkünü gasp edecek dolandırıcıları, düzenbazları, zorbaları, rüşvetçileri yasada “yağmacılar” olarak tanımladı. Bu yağmacıları görevden aldı; ağırlık ve ölçü birimlerini yeniden düzenledi. Ve böylece yetimin zengine, dulun güçlüye, bir şekeli olanın bir minası (altmış şekel) olana yem olmamasını sağladı. Yasaların yapılma nedeni ülkeye adalet, yurttaşlara da iyilik getirmesiydi. Evet, Ur-Nammu yasalarının gerekçesi böyleydi.(Niye yalan söyleyeyim, ben de TBMM’de çıkarılan tüm yasların gerekçesini merak ediyorum.)
Ur-Nammu yasalarından da biraz söz etmek istiyorum. Gerekçesiyle ne kadar uyumlu-bilmem ama-birkaç maddesini yazmak istiyorum. “Eğer biri birinin (bir aletle) ayağını keserse, 10 gümüş şekel ödeye.” “Eğer biri birinin bir silahla kemiklerini kırarsa, 1 gümüş mina ödeye.” “Eğer biri birinin (geşpu aletle?) burnunu (?) keserse, 2/3 gümüş mina ödeye.” Demek adam öldürme, kemik kırma, burun koparma o devirlerde de var. Ama o devire göre cezaları da var. Belki size tuhaf gelecek ama bu yasayla verilen cezaların daha ileriki yıllardakilerden (çok sonralarından) daha ılımlı ve ileri olduğu söylenebilir. Bu tuhaf ve anlaşılmaz bir durumdur ama medeniyetin ileri zaman dilimiyle doğru orantılı olmayabileceğini de gösterir. Kitabı Mukaddes’te yazılı olan (Kitabı Mukaddes çok daha sonraları yazılmıştır) cezalar “göze göz, dişe diş” kuralına bağlıdır. Bir çeşit kısa kısastır. Kitabı Mukaddes’in günümüzde dahi (Yahudilerce ve Hıristiyanlarca) kabul edildiği düşünülürse işin önemi daha çok anlaşılacaktır. Öte yandan İran ya da Suudi Arabistan gibi İslam ülkelerinde şeriat yasaları uygulanmaktadır. Böyle misillemevari uygulamaların hukuk olarak kabul edildiği ülkeler bugün de vardır.
Günümüzden dört bin yıl önce (MÖ 2050) bu topraklarda, Ur-Nammu yasalarında para cezası (şekel, mina) ile cezalandırma vardı. Bu yönüyle Ur-Nammu yasalarının çok önemli olduğunu söyleyebilirim. Medeniyetin bu topraklarda nasıl yüksek olduğunu söylersek çok mu abartmış oluruz? Günümüzde bazı ülkelerdekilerle kıyaslanamayacak kadar daha insancıl ceza yasalarının yine bu topraklarda mevcut olduğu bir gerçektir. Dünya ve medeniyet bu topraklarda gelişen insani ve ruhsal gelişimin hızıyla gelişebilseydi çok daha iyi bir yaşam sürdürebilirdik.
bulent_tekin@turk.net