27 Mayıs 2010 Perşembe

Bülent Tekin Yazıyor

TUHAF BİR AŞK(!)

Dinci, faşist, liberal veya her tipten burjuvaların devasa servetlerinin kökeni sayısız dolandırıcılıklara dayanır. Düşünün bir; bir bakanın, başbakanın yaptığı sayısız dolandırıcılıkların görülmemesi ve-bizleri çocuksu düşüncelerle kandırarak-ahlaki ilkelere saygı duyan hükümetin varlığı! Buna karşın bizim tavrımız ne: Maalesef küçük bir akıl, unutma ve büyük mal edinme sevdası! Her yoldan büyük bir yükselme hırsı! Az utanma, büyük yoksulluk-yoksunluk ve hesap soramama iradesi. Çünkü çok kötü alışkanlıklarımız var!

Baykal’ın kaset skandalından sonra Kılıçdaroğlu’lu bir CHP’ye umut bağlayan bir Türkiye’den söz ediyorum. İslami faşist bir Baasvari partinin diktatörlüğünden korkan medyanın ve belki ABD’nin refleksidir dediğim. Oysa İslam asla faşist değildir! Son din olarak da bir daha insanla Allah’ın arasına aracı (peygamber) gelmeyeceğini deklere ettiği için de toplum bilimince devrimci görülebileceğini de söyleyebilirim. CHP, MHP, AKP gibi partiler ayrı partiler gibi görülseler de aslında hepsi aynı “devlet partisi”nin farklı versiyonlarıdır. Sistem ve devlet biçimi aynı olduğu sürece ne Kılıçdaroğlu ne Erdoğan ne de başka bir soyadı ezilenlerin, kimsesizlerin, çarıksızların umudu olamaz. Olsa olsa hepsi tekelci finans devletine yani tekel’e hizmet ederler.

Stendhal’ın (1783-1842) “Parma Manastırı” adlı romanında Napolyon fanatiği bir İtalyan gencinin savaş meydanında [Waterloo Savaşı (18 Haziran 1815)] erzakçı kadınla yaptığı bir diyalog hatırıma geldi: Askerler, kahramanımızı (Fabricio’yu) şaşırtan bir kargaşalık içinde, o yana, bu yana koşuyorlardı. Erzakçı kadına: “Ne oluyor, yahu?” diye sordu. “Bir şey yok… Yani kısacası yandık, yavrum! Prusya süvarileri bizimkileri kılıçtan geçiriyorlar, hepsi bu.” Bu küçük diyalog, içinde bulunduğumuz durumu çok andırıyor. Fransız olmadığı halde Napolyon sempatizanı bir İtalyan’ın Fransız savaşında işi ne? Bizlerin de birer komprador burjuvazi olmadığımız çok açıkken oligarşik devletin partilerine oy vererek modern köleliğimizi sürdürmemiz oldukça anlaşılmazdır. Zonguldak’ta yerin 540 metre altında çalışmak zorunda kalan, kömür kazarken göçük altında kalan 30 insanın cesedini “kurnaz adam” sistemi kadavradan saymıyor mu? Sistem tıpkı Prusya askerleri gibi bizi doğrarken biz ona gülücüklerimizi yolluyoruz. Ne acı, ne tuhaf; değil mi ha?

Türklerin ve Kürtlerin yurttaşlık haklarını doğrayan oligarşik sistemden onları kurtaracak Kılıçdaroğlular, Erdoğanlar, Bahçeliler, Baykallar olamaz! Yasadışı işler yapan bir astsubayına “İyi çocuktur!” diyen genelkurmay başkanları; çocuklarını Amerikalarda yaşatıp onlara bedelli askerlik yaptıran başbakanları; 12 yaşındaki çocuğunu milyoner ticaret adamı yapan cumhurbaşkanları olan ülkelerin özgür(?!) yurttaşları çok mutlu insanlar olmalılar. İşte o özgür insanlar o yöneticilerine şöyle seslenirler: “Daha ileri gidin, hem bana, hem devletime hükmedin, efendim olun!” Ne tuhaf (bir aşk), değil mi?

bulent_tekin@turk.net