28 Ocak 2010 Perşembe

BÜLENT TEKİN YAZIYOR

TİLKİLER SAVAŞI

Abdullah Öcalan’ın-eğer yönetmelikte varsa-haftada 10 saat havalandırma (ya da diğer mahkûmlarla ortak görüşme) olanağının kısıtlandırılmasının akılcı olduğunu düşünmüyorum. İmralı’daki diğer mahkûmlarla beraber ortak görüşe çıkmama eylemine başlayınca diğer hapishaneler de tek tek bu eyleme başladı. Hoş kendi şartlarının (rahatlığı) düzeltilmesi için bu tip eylemlere diğer hapishanelerin girmesini istemediğini açıkladı ya! Yarın başka türlü sokak eylemlerinin olmayacağını kim garanti edebilir? Acaba bu hakkın verilmesi için birkaç kişinin ölmesi mi beklenecektir? Bu konuda yanılmamı ister(d)im. Her tip mahkûma cezaevi koşullarındaki haklarının uygulanmasını (verilmesini) isterim. Bu, yasal ve insani bir zorunluluktur.

Acıma duygularının yitirildiği günler yaşıyoruz. Baba oğlu tanımıyor! Kıyametin kopacağı günler adeta! İktidar için din, asker, yönetici (idareci) sınıflarının diktatörlük yarattığı [ama biz(c)e demokrasi gibi görülen] sistemlerin egemenliği var. İşi iyi olanların acır gibi yaptığı rollerinin inandırmasıyla bizler-oysa acımanın esamesinin okunmadığı-o muhteşem bireylerin (güçlerin) peşinde koşuyoruz. Yürüyüş parkurunda öldürülen tilki yol arkadaşları için üzülen bir Deniz Baykal muhalefeti ile “Biz yaratılanı yaratandan dolayı severiz!” aldatmasıyla bize maval okuyan Tayyip Erdoğan iktidarı arasında acıma’nın kırıntılarını aramaya mecbur edildik. Çocuk askerlerimizin (Mehmetçik) ya da Kürtlerin öldürülmesine tilkilerin ölümü kadar üzülmeyen siyasetçilerimiz var. Yaratılanı sadece yaratanı için seviyorsan eğer, demek (ki) başka zaman eline geçirirsen-bir gün buna inanırsan belki-onu parçalayacak kadar nefretin var demektir. Eğer beni kardeşin olduğum için; bacın, oğlun, annen, komşun, yurttaşın veya bir insan olduğum için sevmiyorsan beni sevme! Çünkü bana olan sevgin her an için kellemi koparacak kadar keskindir. İstemiyorum onu!(Hayvan ve bitki sevgisinden bahsetmeyeceğim. Çünkü sen ona murdar gözüyle bile bakabilirsin.)

Bu ülkede demokrasi nasıl kurulacak? Tüm sınıfları sarmalayacak bir düzen kurabilmek ancak acımasız küreselleşmiş kapitalizmi dünyanın cenneti olarak kabulden kurtulmakla olasıdır. İşçiyi, memuru, esnafı, ırkları, dinleri, dilleri küçümseyen modern kapitalizmin üyesi olarak finans kapitalin hizmetinde olmamak nasıl gerçekleşecek? İslam’ı siyasete alet ederek ülkede kurulan sözde demokrasinin aslında sanayicilerin, tüccarların, tekelci finansçıların emrinde yarattığı bir din’le ülke topraklarında onları yürüyen tanrılar yaptığını fark ediyor muyuz? (Aslında kâğıt para doların üzerinde yazılanın tersine yürüyen tanrı olmuştur!) Milliyetçi-ulusçu bir oligarşi yerine devlet makamına (hükümetlere) dinci-ümmetçi-faşist bir oligarşiyi (İslam kesinlikle bu değildir!) koymakla sömürgenlerin Allah’ı kullanarak (istismar ederek) sömürülerini sürdürmelerinin yeni bir yolunun açıldığını görmeliyiz. Tüm bunları görmesek bir Türk ya da Kürt olarak bu ülkede yaşayan bir şahıs (birey) olarak dahi bulunmadığımızı bilmek zorundayız. Biz bir kocaman sıfırız!

Anayasa Mahkemesi’nin askerlerin sivil mahkemelerde yargılanma yolunu kapatmasını ve en son başrol oyuncusu Balyoz Darbe Planı’nı, siyasal İslamcı (dinci) yöneticilerle (asker )komutan arasındaki işbirliğinin yeniden düzenlenmesi gerekeceği şeklinde okumalıyız. Çok dilli, çok dinli, çok ırklı, çok kültürlü ve çok sınıflı demokratik bir cumhuriyetin bu topraklarda kolay kolay kurulamayacağını bilmek zorundayız. AKP’nin küresel modernitenin ve imparatoru ABD’nin bir kent devleti (binlerce yıl önce de bu kent devletleri görülmüştü) modeline oynadığını görüyoruz. Sümer kent devletlerinde, Yunan kent devletlerinde bu yöntem çok önceleri yaşandı. Bugün 21.yüzyılda bu kadim topraklarda-Ortadoğu’da, Avrupa’da, Asya’da-bulunan bu ülkenin (Türkiye)yani küreselleşmiş modernitenin bu kent devletinde yaşananların kadim öncellerinde yaşananlardan ne farkı var?

---
bulent_tekin@turk.net
---